Ahmet Koçak yazdı; LİBYA SICAĞINDAN SİBİRYA SOĞUĞUNA-2 Mühendis Cüneyt Gültekin Libya/Bingazi’de İş Bulur

Ahmet Koçak yazdı; LİBYA SICAĞINDAN SİBİRYA SOĞUĞUNA-2 Mühendis Cüneyt Gültekin Libya/Bingazi’de İş Bulur

Köşe Yazarımız Ahmet Koçak genç mühendisin hayatını kaleme aldı. Koçak; “Tanıdıkları aracılığıyla bulduğu birkaç şirketin mülakatına katılmış. Bazı şirket yetkilileri İngilizce mülakat bile yapmışlar.  İyi derecede İngilizcesi olduğu için zorlanmadan soruları yanıtlamış. Zorlu sınav maratonlarının ardından birçok ülkede şantiyeleri olan büyük bir şirketin Libya’daki şantiyesine gitmeyi kabul etmiş. Aylık iki bin dolara anlaşmışlar.

Şirket uçak biletini almış. Atatürk Havaalanı’na onu yolcu etmek için gelen arkadaşlarıyla gitmişler. İlk kez uçak yolculuğu yapmanın heyecanı içindedir. Otobüs gibi kalkıştan beş, on dakika önce kapıdan girerse uçağa bineceğini zannetmiş. Arkadaşlarıyla muhabbete devam etmiş. Uçağının kalkmasına on dakika kala Bingazi peronuna gitmiş. Kapı kapanmıştır. Bir türlü kapıyı açtıramaz ve uçağı kaçırır. Bileti yanar.

Şirkete gider durumu izah eder. Kızarlar. Bir hafta sonraki uçaktan tekrar bilet alırlar.  Bu sefer Bingazi bölümüne çok erken gider. Orada beklerken ellili yaşlarda bir adamla karşılaşır. Kendisi gibi elektrik mühendisi olan adam, Cüneyt’e kendisinin büyük bir şirketi olduğunu söyler. Yanında çalışmasını önerir; İyi bir maaş vereceğini, uçağa binmemesini söyler. Cüneyt ikinci uçağı kaçırmak istemez.  Adam adını söyler. Kartını almaya fırsat kalmadan adamın uçağı kalkar.

Bingazi Havaalanı’na indiğinde yüzüne vuran sıcak hava ile ilk şokunu yaşar. İkinci şoku polislerin davranışları yaşatır. Polisler yolculardan Libyalı olanları öne, yabancıları arkaya atmak için yolculara bağırır, iter, kakar, kollarından tutup çekiştirirler. Manzarayı görünce bu ülkenin ciddiyetsiz, bir kabile devleti olduğunu düşünür. Apronda iken şirket görevlisi yanında getirdiği Libyalı biri ile adlarını çağırır. Gümrükten işlemleri yapılmadan geçerler ve giriş mühürlerini Libyalı kişi vurdurur pasaportlarına. Karşılayanların bu bölüme girmiş olmaları lakaytlığı iyice göz önüne serer.  Bu ülkeye her şeyin kolayca sokulabileceğini düşünür.

Yaşadığı şoklarla şantiyeye gelirler uçakta tanıştığı iki mühendis arkadaşıyla. Cüneyt için bir konteynır tahsis edilmiştir. İnternete ilk girişinde hava alanında kendisine iş teklif eden adamı, şirketini araştırır. Adam doğru söylemiştir. Milyar dolarlık işler yaptığını görür. Konteynırın tavanında beş santimle başlayıp gittikçe azalan uzun bir açıklık gözüne çarpar ve zehirli böceklerin girmesinden korkar, ilgili şefe şikâyetini iletir. Şef:

Şantiyeci adam böyle ufak tefek şeyleri dert etmez.” der.

Yemeklerden şikâyet eder;

Şantiyeci adam ne bulursa yer” der.   Diz üstü bilgisayarı için bir çalışma masası ister;

Şantiyeci adam bir masa kenarı bulur işini yapar” der ve onu başından savar. Uzun süredir sıcak iklimde yaşayan şef, ülkeye uyum sağlamış, hiçbir şeyi umursamaz hale gelmiştir. Sorunları kendisinin çözmesi gerektiğini anlar.

İlk hafta personel şefi pasaportlarını alır. Cüneyt istediğinde vermez; “sık sık lazım oluyor pasaportlar. Zaten kilitli kasada tutuyorum merak etme” yanıtını alır.

Bir sabah uyandığında yüzünde, saçlarında bir santim toz olduğunu görür. Gözlerini ovup aynaya bakar ki toprak adama dönmüştür. Odasının içinde her şey toz içinde kalmış, kapağı açık haldeki bilgisayarı bile tozdan görünmez hale gelmiştir. Geceden kum fırtınası çıkmış, açıklıktan içeri toz girmiş; odasını, asılı giysilerini ve kendisini toz içinde bırakmıştır. Derin uykusunda sabaha kadar tozlar arasında giren kıt oksijenle uyumuştur.

O gün odası, giysileri, bilgisayarı temizlenir, konteynırın tavanındaki açıklık kapatılır. Şef, “Şantiyeci adam toz içinde de yaşar” dememiştir bu kez. Sonradan kendilerine daha iyi koşullarda yaşayacakları bir düzen kurar, çalışmaya başlarlar.

AHMET KOÇAK:Cüneyt, nasıl bir iş yapıyordunuz Bingazi’de?”

CÜNEYT GÜLTEKİN: “Bingazi içinden başlayıp, kent sınırlarını kilometrelerce aşan büyük bir üniversiteye yeni binalar yapıyorduk. Kentin dış mahallesinde, etrafı çevrili bir şantiyemiz vardı. Türkiye’den gelmiş yüzlerce mühendisin yönetiminde Türkiye ve Afrika’nın çeşitli ülkelerinden gelmiş binlerce işçiyle çalışıyorduk. Bir süre sonra bana bir araba ve şoför verdiler. Şantiyeye giderken arkadaşlarıyla konuşan, her durumda şık ve temiz giyinen Nijeryalı şoförümü her çağırdığımda; “sen git ben gelirim boss (patron)” der, gelmez, beni o sıcakta bekletirdi. Sıcak iklim herkesi bezginliğe sürüklüyordu. Onda da lakaytlık ve bezginlik vardı.”

AHMET KOÇAK:Maaşlarınız ödeniyor muydu?”

CÜNEYT GÜLTEKİN: “Maaşlarınız, Türkiye’de açtığınız hesaplara yatırılıyor” demişlerdi. Orada harcamamız için Libya parasıyla harçlık verirlerdi. Gereksinimlerimiz şantiyede karşılandığı için pek paraya ihtiyacımız olmuyordu. Her şey çok çok ucuzdu.  Verdikleri harçlıklarla gezer, tozar, cips, çikolata falan alır yerdik. Sevinçli haberim var size Ahmet amca. Söyleşimizin sonunda söyleyeyim isterseniz.”

AHMET KOÇAK:Sen nasıl istersen Cüneyt.”(Devam edecek)

ahmet.kocak16@hotmail.com

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?