Cüneyt Bülent Şeker yazdı; Zorunlu topuk kanı uygulaması çocukları devletin malı haline mi getiriyor?

Cüneyt Bülent Şeker yazdı; Zorunlu topuk kanı uygulaması çocukları devletin malı haline mi getiriyor?

Köşe yazarımız Cüneyt Bülent Şeker makalesinde;

Sağlık Bakanlığı’ının topu kanı dayatması yeni bir genelge adli makamlar emirnameye dönüştü. Yüksek Yargı Makamlarının anayasa ve kanunlara aykırı bulduğu ve pek çok tıbbî ve sosyal zararı da beraberinde getiren uygulama ile ilgili Av. Cüneyt Bülent Şeker detaylı bir makale kaleme aldı. İşte sabırla okumanızı tavsiye ettiğimiz o değerli çalışma:

Sağlık Bakanlığı 05.01.2024 tarihli, E-67414668-234.01.02-233296476 Sayılı, Prof. Dr. Sedat Kaygusuz imzalı bir talimat (EK:1) yayımladı, bu talimatın konusu kısaca; “Önce topuk kanı vermeyen ailelerin ikna edilmeye çalışılmasını, ikna edilemezler ise, mahkemeye sevk edilmesi, mahkemelerden verilecek tedbir kararı ile bebekten zorla topuk kanının alınması…” şeklinde özetlenebilir

Ben de bir süredir ailelerden; “ Topuk kanını reddettiğimiz için bizi sürekli arayıp rahatsız ediyorlar, kapınıza polis yollarız, çocuğunuzu elinizden alırız…” şeklinde tehditler savuruyorlar veya “Topuk kanı ret formunu imzaladıktan sonra sosyal hizmetler görevlileri evimize geldiler, hiçbir eksiğimiz olmamasına rağmen mahkemeye verildik…” yahut “Topuk kanı alınması reddettiğimiz için güvenlikçileri çağırıp bizi hastanede alıkoydular…” şeklinde şikâyetler almaya başladım.

Böyle halkın tepki göstereceği bir talimatın seçim öncesi yayımlanması da çok ilginç? İnsan Sağlık ve Aile Bakanlıkları hangi partiye çalışıyor diye merak ediyor(!) Pekiyi bu kopuk kanı-aşı baskısı süreci nasıl işliyor?

Önce (Sağlık Ocakları-Aile Hekimliklerince) aile telefon ile aranıp (Zorunlu olduğu söylenerek) topuk kanı vermeye (Veya aşıya) davet ediliyor, aile gelmez veya açıkça ret ettiğini söyler ise, önce telefonla aranarak defalarca taciz ediliyor, daha sonra “Madem kabul etmiyorsunuz, bir ret belgesi imzalamanız zorunlu…” deniliyor ve ısrar ediliyor, aile bu belgeyi imzalarsa her şeyin biteceğini zan ediyor, ama böyle olmuyor, ailenin dosyası Sosyal Hizmetler İlçe Müdürlüklerine gönderiliyor, onlarda aileye ani bir ziyaret ile tespit yapıyorlar, ailenin evinde kusur aranıyor ve bu tespit esnasında bir kısım Sosyal Hizmetler memuru; “Niye topuk kanı vermiyorsun/Niye aşıya karşısın vs.” diye aileyi darlıyor, (Eğer imzalanmamış ise) ret belgesini imzalatmaya çalışıyorlar, ailenin mükemmel bir şekilde çocuğa baktığı tespit edilse bile, topuk kanı vermediği (Veya aşıyı kabul etmediği için) tedbir kararı istemi ile aile mahkemeye sevk ediliyor, mahkemede ailenin imzaladığı ret belgesi ve Sosyal Hizmetlerin yaptığı tespit aleyhine delil olarak sunuluyor, Aile Bakanlığı avukatları mahkemelerin kapısını aşındırıyor ve mahkemeler (Büyük oranda) bu tedbir kararını aileyi dinlemeye bile gerek görmeden veriyorlar, (Bazı mahkemeler tedbir istemini ret ediyor.) sonra bir yetkili ailenin kapısına kolluk ile dayanarak aileye baskı yapabiliyor.

Bu süreçte aile adeta terörist muamelesi görüyor, her an kapısına gelinip çocuğunun elinden alınacağı veya (Çocuğuna zarar vereceğini düşündüğü) aşı ve topuk kanı uygulamasının zorla yapılacağı korkusu ile yaşatılıyor. Bu insanların nasıl bir psikolojik travma yaşadığını tahmin edebiliyor musunuz? Ben bu topuk kanı ve aşı baskıları gördükten sonra sütü kesilen kadınlar biliyorum, ikâmetgahını değiştiren aileler biliyorum, bu Sağlık, Aile ve Sosyal Hizmetler bakanlıklarının, özellikle kadınlarımıza uyguladığı psikolojik bir şiddettir.

Tabi bu konuyu sağlıkçılar ile konuştuğunuz zaman; “Bunu Sosyal Hizmetler…” Yapıyor, Sosyal Hizmetler ile konuştuğunuzda; “Biz talimat gereği sadece mahkemeye başvuruyoruz, kararı mahkeme veriyor…” diyor, yani herkes topu taca atıyor, ama bu konuda Sağlık ve Aile Bakanlıklarının (Paslaşarak) birlikte çalıştığı ve bir gücün bu mobbing’i-baskıyı organize ettiği gerçek! Tabi Sağlık Bakanlığının uyguladığı performans sisteminin de bunda etkisi var, sağlık çalışanı bu prosedürü tamamlayamaz ise maaşı düşüyor. (EK:10)

Ben topuk kanı vermek isteyen ailelerin bu tercihlerine saygılıyım, kimseye de “Topuk kanı vermeyin” demiyorum, ancak bir şeyi anlamakta zorluk çekiyorum; bugün asgari ücret ile geçinen aile çocuğuna ne yediriyor, ne içiriyor diye sormayan, bir bebe aspirinini bedava vermeyen sistem, konu topuk kanı veya aşı olunca neden birden çocuğumuza âşık olur ve bunları bedavaya yapar, hatta razı olmaz iseniz önce sizi yaptırım uygulamak ile tehdit eder, sonra mahkemeye verir ve polis-jandarma ile kapınıza dayanır?

Mesela anne sütü çocuğun bağışıklık sisteminin gelişmesi için hayati öneme sahiptir, yokluğu beş değil belki beşyüz hastalığın kapısını açar, ama siz hiç çocuğunu emzirmeyen aile hakkında tedbir kararı verildiğini veya aile bu tedbire uymuyor diye aileden bebeğin zorla alınıp sütanneye verildiğini gördünüz mü? Ya da ailesi sebze-meyve yedirmeyen (Veya yediremeyen) çocukların ağzına (Skorbüt hastası olmasın diye) polis-jandarma zoru ile portakal tıkıldığını? Hatta gebeliği sırasında alkol-sigara kullananlara bezer şeyler yapıldığını? Ben Türkiye de uyuşturucu satan ailelerin çocukları için tedbir uygulandığını dahi görmedim. Pekiyi sizce bu işte bir çelişki, bir gariplik yokmu?

Ana akım televizyonlarında bir doktoru; “Covit-19 sürecinden sonra ailelerin ortada dolaşan komplo teorileri sebebi ile topuk kanı vermekten çekindiğinden…” bahsederken izledim (EK:2), sakın bu komplo teorilerinin kaynağı Covit-19 sürecinde zorlanan aşılardan/tedavilerden dolayı insanların zarar görmesi olmasın? Çünkü aynı televizyon doktorları “Aşıların lisanslı olmadığını, zarar verebileceğini…” söyleyenleri de komplo teorisyeni ilan etmişti (!)

Şimdi topuk kanı konusunda sağlık sistemine güvenmedikleri, yoğurdu üfleyerek yedikleri için bu aileleri suçlayabilirmisiniz?

Ata tohumu satılmasını yasaklayan, çoluk çocuğumuza kanser yapan İsrail tohumu yediren, hazır yiyeceklerdeki zararlı katkı maddelerine izin veren bu sistemin, sadece çocuklarımızın sağlığını düşünerek topuk kanı-aşı baskısı yaptığına inanmak gerçekten çok zor. Bu konularda yapılan her insan hakkı ihlali; “Halk sağlığı-çocukların yüksek menfaati…” gibi süslü sözler ile bezeniyor, ancak sizin kırmızı kurdeleyle süslenmiş sopayla dövülmeniz acınızı azaltmıyor, aileler uğradıkları baskılardan dolayı büyük sıkıntı içinde!

Bu talimat ve uygulamaları nedense bana; “28 Şubat döneminde üniversitelerdeki başörtüsü zulmünü ve ikna odalarını” hatırlatıyor, o zamanlarda ortada belirgin bir kanun veya gerekçe yoktu, ancak başörtüsü konusunda ikna olmayanlar hakkında soruşturmalar-davalar açılır, insanlar “Öğrenim/çalışma hakkı” gibi en temel anayasal haklarından mahrum edilirdi. Bu da bana her iki uygulamanın aynı kaynaktan geldiği izlenimini veriyor…

AİLENİN VELAYET HAKKI “BY-PASS” EDİLMEK Mİ İSTENİYOR, ARTIK ÇOCUKLARIMIZ DEVLETE Mİ AİT?

Bence anne-babanın rızası olmadan, zorla topuk kanı alınmasının hukuki anlamı; çocuklarımızın velayetinin bize değil, devlete (Yani onun memurlarına ve onları yönlendirenlere) ait olduğudur, bu ise aile-velayet kavramlarının yerle bir edilmesi, anne babaların da devlet adına bedava bakıcılık yapan köleler haline gelmesi anlamına gelir.

Eğer devlet kurumları DSÖ-BM gibi Global yapılardan aldığı talimatlar, yaptığı antlaşmalar çerçevesinde hareket ediyor ise, bu dolaylı olarak çocuklarımızın geleceğinin (Sağlığının-hayatının) Siyonist-Global güçlerin elinde olduğu anlamına gelir, bu da “Bill Gates ve KlausSchwab” gibi adamların sözcülüğünü yaptığı “Yeni Dünya Düzeni” amaçları ile son derece uyuşmaktadır!

Son zamanlarda “Devletin vatandaş ve çocukları üzerinde (Öncelikli) tasarruf hakkı olduğu-bireyin menfaatinin kamu çıkarı için feda edilebileceği…” şeklinde görüşler açıktan dile getirilmeye başlandı, bunun ceza hukukundaki yansıması olan bir teori var, bu teoriyi; “Bir suçun birincil (Asli) mağduru kamudur-Devlettir…” şeklinde özetlenebiliriz.

Bu görüşe dayananlarca Türkiye de bir kısım aflar gerçekleştirilmiştir, böylece ne kadar katil, hırsız, tecavüzcü varsa dışarı salınmıştır, hükümet mağdurlar ve halk adına bu suçluları af etmiştir, ama bir sorun bakayım mağdur ve mağdur aileleri o suçluları af etmiş miydi? Bu afların ardından birçok intikam cinayeti işlenmiştir, çünkü ateş düştüğü yeri yakar… Örneğin İslam hukukunda katili af hakkı maktulün ailesine aittir, aile isterse af eder, isterse etmez suçlu idam edilir, adalet yerini bulur.

Bunun gibi bebeğini-yavrusunu en çok düşünen, onun hasta olması halinde birinci derecede mağdur olan, maddi-manevi sıkıntı çeken ailesidir, çok iyi niyetli olduklarını düşünsek dahi, devlet memurları ve siyasiler için bunlar en fazla istatistiksel bilgiler ve bütçe sorunlardır. Zaruri bir sebep olmadan yavrusundan kan alabileceğimiz canlılar ise mülkiyetimizde olan inek-koyun gibi hayvanların yavrularıdır.

Yine Covit-19 Döneminde ; “Aşı olmak istemeyenlerin toplumun menfaati için zorla aşılanması gerektiğini, böyle afet dönemlerinde insan haklarının rafa kalkabileceğini…” savunan hukukçular olmuştu (!) Tabi bunlar; toplumun bireylerden oluştuğunu, bireylerin haklarının çiğnenmesinin aslında toplumun tümünü tehdit ettiğini, bu tip “Zorla güzellik” babından uygulamaların kötüye kullanılmaya çok müsait olduğunu, tarihte bu tip bahaneler ile zorba rejimlerin iyice yerleştiğini unutmuş görünenlerdir.

AİLE ONAY VERMEDEN YENİ DOĞAN BEBEKLERDEN TOPUK KANI ALINMASI YASAL MI?

Sağlık Bakanlığının yukarıda zikrettiğimiz 05.01.2024 tarihli talimatında “Yenidoğanlardan ailenin rızası hilafına (Zorla) topuk kanı alınmasının hukuka uygun olduğunu…” belirtmiş, pekiyi gerçekten öylemi, mevcut kanunlar ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelere göre ailenin rızası olmadan yeni doğan bebeğe bu tıbbi müdahale yapılabilir mi?

Velayet hakkını düzenleyen Türk Medeni Kanunu 335 ve devamı maddeleri gereğince çocuğun bakımı, dolayısı ile ona uygulanacak tedaviye karar verme hakkı anne-babaya aittir.
1219 sayılı Tababet Ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un m.70/f.I, c.1 hükmü ise; “Tabipler…..yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar…” demektedir.

Hasta Hakları Yönetmeliği m.24/f.I hükmü; “Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise velisinden veya vasisinden izin alınır…” demektedir.

1999 tarihli Hekimlik Mesleği Etik Kuralları 42. Maddesi; “Reşit ve/veya mümeyyiz olmayan kişiler yönünden veli veya vasisinin aydınlatılmış onamı gerekir…” demektedir.

1981 tarihli Lizbon Bildirgesinin 5. Maddesi; “….Hasta çocuk ise veya yasal ehliyeti yok ise yasal temsilcisinin (veli veya vasisinin) onayının alınması gerekir…” demektedir.

1984 tarihli Avrupa’da Hasta Haklarının Geliştirilmesi Bildirgesi 3/5 maddesi; Yasal temsilcinin (veli-vasi) onayı gerektiği zaman, hastalar (Çocuk veya erişkin olsun) durumlarının izin verdiği ölçü de karar alma sürecine dâhil edilmelidir.” demektedir.

1995 tarihli Bali Bildirgesinin 5. Maddesi; “Hasta çocuk ise veya yasal ehliyeti yoksa bir yasal temsilcinin (veli-vasi) onayının alınması gerekir…” demektedir.

2003 tarihli Bioetik Sözleşmesinin 6/2. Maddesi; “Kanuna göre bir müdahaleye muvafakatini verme yeteneği bulunmayan bir küçüğe, sadece temsilcisinin (Veli-vasi) veya kanun tarafından belirlenen makam, kişi veya kuruluşun izni ile müdahalede bulunabilir…” demektedir.

1964-2023 Dünya Tıp Birliği Helsinki Bildirgesi 25. Maddesi; “ Yasal olarak yetersiz (İncompetent) kabul edilen bir denek, örneğin reşit olmayan bir çocuk, araştırmaya katılmaya onaylama (assent) verebilir ise, araştırmacı yasal temsilcisinin (Veli-vasi) onamına ek olarak ondan da onaylama almalıdır…”  demektedir. (Uluslar arası sözleşmelere ilgili Sağlık Bakanlığı talimatında atıf olduğu için yer verdim, yoksa bunların kendi kanunlarımızın üstünde olduğunu düşünmüyorum.)

Ayrıca kan ve DNA (6698 Sayılı KVKK m.6 ve devamı anlamında) insana ait en önemli kişisel veri olduğu için kanuni temsilci (Veli-vasi) izni olmadan alınamaz ve işlenemez.
Pekiyi topuk kanı alınması tıbbi bir müdahale değil midir?

Kan ve ayak topuğu birer organdır, topuğun 3 yerinden delinerek, en az 2 defa topuk kanı alınması, (Daha sonra gerek görülmesi halinde) tüp tüp kan alınması basbayağı tıbbi bir müdahaledir. Kimse; “Birkaç damlacık kan alıyoruz…” vs. diyerek bebek üzerinde psikolojik ve patolojik etkileri olan böyle işlemi basite indirgeyemez. Hele yeni doğan bebeklerde bağışıklık sisteminin henüz oturamadığı, kanı geç pıhtılaştığı, enfeksiyon riski daha yüksek olduğu düşünülür ise. (Prof. Dr. Alişan Yıldıran) (EK:3)

TOPUK KANI ALINMASI AY.17 MADDE ANLAMINDA TIBBİ BİR ZORUNLULUK MUDUR?

Yukarıda kanunlarda saydığımız, anne-baba veya vasi gibi bir kanuni temsilciden alınması gereken muvafakat (izin) hasta ve tedaviye muhtaç çocuklar için söz konusudur, topuk kanı ise;
1.Sapa sağlam çocuktan, yakalanması ihtimali çok zayıf olan, üstelik genetik, sadece 5 hastalığı teşhis etmek için (6000 genetik hastalık vardır.) istenmektedir. (Fenilketorüri, Konjenital Hipotiroidi, Kistik Fibrozis, Biyotinidaz Eksikliği, Konjenital Adrenal Hiperplazisi- yenileri de eklenebilir.)

2.Topuk kanı alımı ile bu hastalıkların teşhis edileceği kesin değildir. (Uygulamada topuk kanının incelenmesi sonucu hastalık tespit edilemeyen bebeklerin daha sonra hasta olmasına rastlanmaktadır.)

3. Hastalık tespit edilmiş ise, tedavi edileceği kesin değildir. Sağlık Bakanlığınca topuk kanı vermeyi reddeden ailelere imzalatılmak istenen belgede (Ki ben ailelerin aleyhine kullanılabilecek bu belgeyi imzalamalarını tavsiye etmiyorum, bunu imzalamalarını gerektiren hiçbir hukuki sebep ve zorunluluk mevcut değildir.) “KistikFibrozis’in kesin tedavisi olmadığını…”açıkça söylemektedir, ancak bunun her hastalık için geçerli olduğu da hayatın bilinen gerçeğidir.

4.Topuk kanı alımı sağlıklı çocuktan, genel sağlık taraması, koruyucu hekimlik kapsamında uygulanan (Tıp tarihi dikkate alındığında) yeni başlamış bir uygulamadır, bir tedavi değildir!
Yani topuk kanı alınmayan (Ve aşı olmayan) çocuk; 5395 sayılı (Çocuk Koruma Kanunu) anlamında bedensel gelişimi tehlikede olan, acil veya zaruri tedavi ihtiyacı olan (Hali hazırda hasta olan) bir çocuk değildir.
AY.17 maddesi; “Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında… Vücut bütünlüğüne müdahale edilemeyeceğini…” belirtmiştir:

Tıbbi zorunluluklar (Tıbbi zaruret halleri) kapsamında kanuni temsilcisinin (Velisinin veya vasisinin) rızasının alınmadan tıbbi müdahalenin yapılabileceği haller, örneğin: Trafik kazası sonucu ağır şekilde yaralanan (Ve ailesine ulaşılamayan) çocuğun ameliyat edilmesi veya kan kaybından ölmesini engellemek için (Kan örneği alınarak) kan gurubunu belirlenmesi…” gibi durumlardır, burada acil bir durum ve tıbbi müdahale yapılmaz ise kaçınılmaz bir zarar söz konusudur.

Kanunda yazılı haller (Kanunda belirtilen zaruret halleri) “Bir ceza davasında suçu (Ve suçsuzluğu) ispat etmek için veya babalık davasında babanın belirlenmesi için çocuktan kan-DNA örneği alınması…” gibi çeşitli kanunlarda açıkça belirtilen zaruri durumları kapsamaktadır.

Yukarıda saydığımız sebepler ile genel sağlık taraması-koruyucu hekimlik çerçevesindeki topuk kanı alımından AY.17 maddesi anlamında bir tıbbi zorunluluk (Zaruret) çıkartılamayacağı açıktır.
Ortada bazı televizyon doktorlarının; “Ölümü engelliyoruz, hastalığın ilerlemesini engelliyoruz…” gibi garanti verilmeyen, ihtimale dayalı, ancak aileleri ajite eden açıklamalarından başka bir şey yoktur. Kaldı ki topuk kanı alınmasının zararlı yönlerinin bulunduğunu belirten Prof. Dr. Alişan Yıldıran (Çocuk hastalıkları ve immünoloji uzmanı) gibi doktorlar da vardır. (EK:3) Ne yazık ki sağlık sektörü ve basının organize hareket etmesi sebebi ile bu ajitasyon etkili olmaktadır.

Sayılan bu 5 genetik hastalıktan başka 500 metabolik, 6000 genetik hastalık mevcuttur. (EK: 4) Pekiyi bakanlıkça belirlenen bu 5 genetik hastalık haricindeki diğer hastalıklar ne olacaktır? Mesela ülkemizde çok görülen; Down sendromu, FMF (Ailevi Akdeniz Ateşi), Talasemi (Akdeniz Anemisi) bunlar çocuklarımız için tehlike arz etmemekte midir?

Üstelik bu tür hastalıkların bazılarının tedavisi çok pahalıdır ve devlet bu pahalı tedavileri karşılamamaktadır, 1987 yılından beri topuk kanı alınmasına rağmen ortalık bu tür hastalıkların tedavisi için halktan yardım isteyen (Dilenen) aileler ile doludur (?) Bu birilerinin söz konusu tedavilerden ciddi para kazandığı anlamına gelmektedir!

Bu durum bana; asıl amacın topuk kanı almak olduğu, önlenmek istendiği iddia edilen (Özenle seçilmiş) 5 hastalığın ise sadece bu işin bahanesi olduğu izlenimi veriyor. Hani bir hikâye var ya, kuzu ile karşılaşan kurt bir bahane bulup kuzuyu yemeye çalışıyormuş, kuzu ne kadar alttan aldı ise de Kurt; “Suyu bulandırıyorsun…” deyip, yine kuzuyu yemiş… işte o hesap.

Pekiyi Sağlık Bakanlığının saydığı bu beş hastalığa yakalananlar aşı olmamış-topuk kanı vermemiş çocukları mıdır? Hayır, (1987) yılından beri tüm yenidoğanlardan topuk kanı alınmaktaydı! Topuk kanı verilmesine direnç Covit-19 sürecinden sonra (Son 1-2 yılda) başlamıştır. Çocukluk aşılarına olan direnç ise Covit-19 öncesi başlamış olsa da, dikkate alınmayacak kadar cılızdı.

Bu da “Genetik olduğu iddia edilen bu hastalıkların bir kısmı aşıların yan etkileri sonucumu ortaya çıkıyor?…” şüphesini akla getirmektedir. Sağlık Bakanlığının bu konuda (Aşıların yan etkilerini aşısız çocuklar ile karşılaştırarak yaptığı) bir araştırması ise yoktur(?) Daha doğrusu Sağlık Bakanlığı aşı yan etkilerini ciddi bir şekilde takip de etmemektedir, bu takip ailelerin verdiği dilekçeler ile sınırlıdır, ailelerin çocuktaki mevcut rahatsızlığı aşıya bağlayacak tıbbi birikimi olmadığı da bilinmektedir, ailesi çocuğunun rahatsızlığını aşıya bağlasa dahi, bunu kabul edecek (Hatta anlayacak) doktor bulmak güçtür.

Bebeklere doğar doğmaz (Doğum odasında) Hepatit-B aşısı ve K vitamini enjekte edilmesi, bundan 48 saat sonra topuk kanı alınması ise ayrı bir muammadır, insanın aklına; “Hepatit-B aşısı yan etkileri hastalık olarak algılanabilir mi?…” şüphesi de gelmektedir, çünkü her vücudun aşıya tepkisi farklıdır.

SAĞLIK BAKANLIĞININ DAYANDIĞI ANAYASA MAHKEMESİNİN TOPUK KANI HAKKINDAKİ (29.06.2016 tarih, 2014/4077 Numaralı ) KARARI HERKESİ BAĞLAR MI?

Ben Sağlık Bakanlığının Prof. Dr. Sedat Kaygusuz imzalı (05.01.2024) tarihli talimatı (EK:1) incelediğimde hukuki değeri olan tek şeyin (29.06.2016 tarih, 2014/4077 Numaralı Anayasa Mahkemesi Kararı) olduğunu gördüm (EK:8), talimatta sayılan diğer kanun ve uluslar arası anlaşma maddeleri doğrudan konu ile ilgili olmayan, özellikle suça itilen çocukların korunmasına yönelik genel maddeler, bu maddelerden aynı zamanda çocuk hastaneleri, gözetim evleri kurulması gibi bir anlamlar da çıkartabilirsiniz.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki Anayasa Mahkemesi de bir mahkemedir ve mahkeme kararları; sadece kararda adı geçen kişiler hakkında hüküm ifade eder. Elbette yüksek mahkeme kararları yeni davalarda emsal olarak sunulabilir, ancak alt mahkemeler (Aile, Sulh Ceza vs.) “Bu karar ile bağlıdır” denilemez, çünkü Anayasa Mahkemesi gibi yüksek mahkemeler yeni bilgiler ışığında her zaman genel görüşünü değiştirebilir.

AYM’si genel görüşünü değiştirmese dahi, önüne gelen olayın farklı özellikler taşıması sebebi ile (O olaya özel) farklı bir karar verebilir, örneğin; “Ağır Kombine İmmün Yetmezlik (T hücre eksikliği) teşhisi koyulmuş bir bebekten topuk kanı alınması, normal bir bebeğe kıyas ile çok daha ciddi enfeksiyon ve hatta hayati tehlike riski taşır, bu gibi rahatsızlıkları olan bebeklerin sağlıklı bebekler ile bir tutulmayacağı açıktır.

Anayasa Mahkemesi yukarıda zikrettiğimiz topuk kanı hakkındaki kararını iki gerekçeye dayandırmıştır, birincisi;“Kanuni dayanak olduğu”, ikincisi; “Çocuğun zarar görmediği” gerekçesine. Pekiyi AYM’sinin bu gerekçelerinin gerçekten altı dolu mu?

1-) KANUNİLİK ŞARTI

Birinci gerekçe; 3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun 3. Maddesinin (I) bendine dayanmaktadır, burada; “Engelli çocuk doğumlarının önlenmesi için, gebelik öncesi ve gebelik döneminde tıbbi ve eğitsel çalışmalar yapılır. ….Yeni doğan bebeklerin metabolizma hastalıkları için gerekli olan testlerden geçirilerek risk taşıyanların belirlenmesine ilişkin tedbirler alınır…” Demektedir.

Bu adı üzerinde sağlık personelinin hizmetlerini nasıl yapacağını düzenleyen bir kanundur ve bu kanun lafzından (Sözcük anlamından) anlaşılan; “Sağlık Bakanlığı yetkililerinin bu testler için gerekli imkân ve altyapıyı sağlaması ve ihtiyaç duyanların hizmetine sunmasıdır.” Bu kanun metninden; “Vücut bütünlüğünü koruyan tüm mevzuatın, anne-babanın tıbbi müdahaleye izin ve ret haklarının yok sayılabileceği, topuk kanı vermek istemeyen ailenin kolluk tarafından etkisiz hale getirileceği, bebeğin anne kucağından zorla kopartılıp,  bebekten topuk kanı alındıktan sonra aileye iade edileceğine…” dair bir anlam çıkarmak mümkün değildir.

Ayrıca AYM’sinin bu kararı; aynı kanunun “Tedavi ve tıbbi araştırmaları” düzenleyen 10. Maddesindeki;

 “Bu araştırmalarda, bireyin hakları… her şeyin üstünde tutulur… araştırma yapılanın yazılı rızası alınır, …muavafakatını her aşamada geri çekebilir…” gibi insan onur ve rızasını koruyan hükümleri ile çelişkilidir.

Bunun yanı sıra kan ve DNA (6698 Sayılı KVKK m.6 ve devamı anlamında) insana ait en önemli kişisel veridir, kişinin veya kanuni temsilcisinin izni olmadan alınamaz ve işlenemez, bilimsel çalışmalarda kullanılamaz, aksi davranış TCK m. 135-139 ve 90. Maddeye göre cezayı gerektirir.

Eğer maddenin; “Şu, şu hastalıkları (Hastalıklar tek tek sayılmalı) belirleme/önleme amacı taşıyan şu numaralı topuk kanı testine (Testler tek tek sayılmalı) rıza göstermeyen aileler hakkında, şu, şu cezaların uygulanacağı, direnen ailenin etkisiz hale getirilerek, topuk kanı alınması işleminin cebren uygulanacağı…” şeklinde bir metni olsaydı, bu gerekçenin bir dayanağı olabilir idi, ancak böyle bir kanun maddesi meclisten geçmiş olsaydı dahi, Anayasa ve diğer mevzuat ile çeliştiği için iptale tabi olurdu!

Ancak ben TBMM den böyle bir kanun çıkartılabileceğini zan etmiyorum, çünkü Millete rağmen kanun-kural olmaz! Bu gün milletimizin benimsemediği birçok kanun maddesi görüntüde varlığını korusa dahi uygulanmamaktadır, kadük hale gelmiştir, çünkü millet bu kanunları benimsememiş ve uygulamamıştır. 

Üstelik Anayasaya uygun olarak da çıkartılmış (Yukarıda saydığımız ve sayamadığımız) diğer kanun maddeleri bostan korkuluğu değildir, ne yazık ki Anayasa Mahkemesi bu kanunlar yokmuş gibi, emredici hükümler içermeyen, muallak bir kanuna dayanarak; “Ben zorla topuk kanı alınmasını mümkün kıldım…” demiştir. Bu aynı zamanda Anayasa Mahkemesinin; TBMMM yetkilerini devralması, onun yerine geçerek zorunluluk ve suç icat etmesi anlamına gelir!

Kısaca AYM’sinin bu kararında “Kanunilik şartı” gerçekleşmemiştir.

2-) TOPUK KANININ ALIMININ BEBEĞE ZARAR VERMEDİĞİ İDDİASI?

Anayasa Mahkemesinin ikinci gerekçesi; “Başvurucunun zorunlu uygulamasının sağlık açısından bir soruna yol açtığına ilişkin bir iddiası olmadığı… Söz konusu işlemin (Topuk kanı alınması) başvurucunun sağlığı açısından olumsuz bir etkisinin olduğuna dair bir bulguya rastlanmadığı…” dır.

a-) Topuk kanı alımının hiçbir zarar vermediğini kabul etsek dahi; anne-baba (Ve kanuni temsilciler) sağlıklı çocuk üzerinde uygulanmak istenen, genel sağlık taraması kapsamındaki, hakkında hiçbir garanti verilmeyen bu testi “Zararı yokmuş” diye kabul etmek zorunda değildir. Anne-baba hasta çocuğuna önerilen (çoğunluk ile faydası görülen) bir tedaviyi dahi reddedip, alternatif bir tedaviyi uygun görebilir. (Hasta Hakları Yönetmeliği 24-25 ve devamı.)

b-) Üstelik topuk kanı alımının çocuğa zarara vermeyeceği iddiası da doğru değildir. 48 Saat önce doğan bir bebeğin savunma sistemi henüz yeterince gelişmemiştir, kanı kolay pıhtılaşmamaktadır, normal insana göre enfeksiyon kapma riski yüksektir, ona bu dönemde dışarıdan yapılacak her müdahale risk arz etmektedir. Hele hemofili veya Kombine İmmün Yetmezlik (T hücre eksikliği) gibi bağışıklık yetmezliği olan bir çocuktan 2-3 kez topuk kanı alınması, ardından gerek görülmesi halinde tüp tüp kan alınması hayati tehlike arz edebilir. (Prof. Dr. Alişan Yıldıran/Bebeklerde topuk kanı neden verilmemeli.)

Tıp hukukunda öncelikli kural “Zarar verme ”dir, günümüz Türkiyesi sağlık sisteminde kaş yapayım derken göz çıkartmak, tedavi edeyim derken daha çok hasta etmek az rastlanan bir durum değildir. AYM’si sağlık sisteminin ve devlet görevlilerinin hiç yanılmayacağı, hiç hata yapmayacağı, yetkilerini hiçbir koşulda kötüye kullanmayacağı inancına dayalı bir karar vermiştir, halbuki mahkeme arşivleri bunun aksini ispat eden kararlar ile doludur.

Çocukların topuk kanı alımında dolayı “Acı çekmediği, az acı verdiği için kanın topuktan alındığı…” ise uydurulmuş bir şehir efsanesidir, aksine yeni doğmuş bebek acıya karşı daha duyarlıdır ve bunun psikolojik olarak çocuğu olumsuz etkilendiğini söyleyen doktorlar vardır. (Prof Alişan Yıldıran-Bebeklerde topuk kanı neden verilmemeli) (EK:3)  Elbette yenidoğan kanının; neden cinsel organlara sinir uçları ile bağlantılı bu topuk bölgesinden alındığı ise ayrı bir muammadır, başka hiçbir kan alımı bu şekilde yapılmamaktadır(!)

Bu gün herhangi bir doktora; “Topuk kanı alınması halinde enfeksiyon riski var mıdır?” diye sorduğunuzda “Var ama küçük bir ihtimal…” diye sizi yanıtlamaktadır, pekiyi bu ihtimalin oranı nedir, mesela önlenmeye çalışıldığı iddia edilen 5 genetik hastalığa çocukların yakalanması ihtimalinden daha mı azdır? Çünkü topuk kanı reklamı yapan televizyon doktorları tarafından dahi bu hastalıklara yakalanma ihtimalinin çok düşük olduğu söylenmektedir. Sağlık Bakanlığının topuk kanı ve sonrasındaki kan alımlarının verdiği zarar ile ilgili yaptığı bir çalışma ise yoktur! Ama bir şeye yok muamelesi yapılması, zararlarının araştırılmaması, onun olmadığı anlamına gelmemektedir!

3-) ANAYASA MAHKEMESİ KARARI ÇELİŞKİLER İÇERMEKTEDİR

a-)Anayasa Mahkemesinin zorunlu çocukluk aşıları uygulanmasını ret edip, zorunlu topuk kanı uygulamasını kabul etmesi bir çelişkilidir. İkisi de vücut bütünlüğüne müdahale içermektedir, ikisi de AY.17 madde anlamında tıbbi zorunluluk (Zaruret) kapsamında olmayan, koruyucu hekimlik olarak nitelenen tıbbi müdahalelerdir. Birisinde vücuda bir şey zerk edilmesi, diğerinde vücuttan bir şey çekilmesi bunun hukuki mahiyetini değiştirmez.

b-) Anayasa Mahkemesinin bulaşıcı hastalıkları önlemek için vurulduğu iddia edilen aşılar hakkında olumsuz karar verip, genetik olduğu iddia edilen (Yani bulaşmayan) hastalıklar konusunda kamu sağlığı gerekçesi ile “Zorla topuk kanı alınabileceği” yönündeki karar vermesi ise başka bir çelişkidir.

c-) Hasta çocuk hakkında aileye; istediği tedaviyi-doktoru tercih etme, tedaviyi ret etme hakkı (HHY 24-25) tanınır iken, sağlıklı çocuktan, genel sağlık taraması-koruyucu hekimlik kapsamındaki topuk kanının aile rızası hilafına alınmaya kalkılması da büyük bir çelişkidir.

d-) Yüksek yargıda her konuda (Kimisi yayınlanmasa da) bir karar bulmak mümkündür, bu gün herkes kendi lehine olan bir yüksek mahkeme kararını bulup kendi davasını desteklemek için çaba sarf etmektedir. Üstelik Anayasa Mahkemesinin Zorunlu topuk kanı alınamayacağına dair kararı da mevcuttur. (Ek: 5)

Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanımız  hukuka aykırı bulduğu bir AYM kararı hakkında; “Anayasa Mahkemesi Kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum…” demişti (EK:6), pekiyi biz niye AYM’nin şahsen bizim hakkımızda verilmemiş olan, insan haklarına, Anayasaya ve yasalara aykırı “Hatırı sayılır” bu kararına uymak zorunda kalalım?

MAHKEMELER ZORLA (Cebren) TOPUK KANI ALINMASI YÖNÜNDE TEDBİR KARAR VEREBİLİR Mİ?

Velayet hakkını düzenleyen MK. 335 ve devamı maddeleri (Ve yukarıda saydığımız kanun ve uluslar arası anlaşmalar) gereğince çocuğun bakımı ve dolayısı ile üzerinde tıbbi müdahaleye izin verme hakkı (0-15 yaş arasında çocuk için) anne-babaya (Ebeveyn’e) aittir, bu Anayasal bir haktır.

Velayet anne babadan alınmadan mahkemeler; “Ailenin evinin kapısı kırılır, direnen aile üyeleri yere yatırılıp kelepçelenir, bebek cebren anne kucağından alınıp aşılanır veya topuk kanı alınır, sonra aileye iade edilir…” babından bir tedbir kararı veremezler! Hele koruyucu hekimlik-genel sağlık taraması kapsamında uygulanan, tıbbi zorunluluk (Zaruret) arz etmeyen tıbbi müdahaleler gerekçesi ile bu mümkün değildir.

Yetki ancak sorumluluk ile birlikte var olabilir. Topuk kanı alınmasına; velayetin anne babadan haklı sebep ile alınması halinde, atanan kanuni temsilcisi (Vasisi) verir. Velayetin anne-babadan alınabilmesi ise MK m. 348′ e göre; “Anne babanın çocuğa karşı yükümlülüklerini ağır şekilde savsaması…” halinde mümkündür.

Bu ise: “Anne-babanın akıl veya bedeni hastalığı sebebi ile çocuğa ilgisiz kalması, çocuğa terbiye sınırını aşacak şekilde sürekli şiddet göstermesi, sürekli aç bırakması, uyuşturucu kullanmaya veya suça teşvik etmesi…” gibi ağır hallerdir. Böyle bir durumda konu komşunun, akrabanın şikâyeti-tanıklığı ile yapılan tespit sonucu, yine toplum (Türk Milleti) adına mahkemeler bir tedbir kararı verebilir, ancak bu istisnai bir durumdur, topuk kanı ise her yeni doğan bebekten istenmekte, rızası olmayan her aile hakkında da (istisnasız) tedbir kararı alınmaya çalışılmaktadır?

Topuk kanına karşı çıkan aileler ise (Bazı sağlıkçıların iddia ettiği gibi) cahil olmayı-ihmalkârlığı bir yana bırakın, araştıran ve bu araştırma neticesinde topuk kanı alımını daha riskli buldukları için tercih etmeyen, çocuklarına düşkün ailelerdir, bu dikkat ve özenleri sebebi ile ailenin sürekli aranıp rahatsız edilmesi, “Çocuğunun elinden alınması ile…” tehdit edilmesi, ikide bir mahkemeye dikilmesi bir zulümdür, ailelere (Özellikle kadınlara) uygulanan psikolojik şiddettir!…

Bu arada bakanlık genelgesi veya bakanlık talimatı ile (Vücut bütünlüğüne müdahale anlamına gelen) böyle bir uygulamanın yapılamayacağını da söylemeden geçemeyeceğim, Devletin vatandaş ile muhâtabiyeti ancak (Anayasaya ve diğer kanunlar ile çelişmeyen) bir kanun ile olur. Genelgeler amirlerin memurlara verdiği yazılı talimatlardır ve bir kanuna dayanması gerekir, veli veya vasilerin rızası hilafına, zorla (Cebren) topuk kanı alınabileceğine dair (Doğrudan-açık) bir kanun ise yoktur.

TCK 21 “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz…” demektedir. Ancak bir idari talimatla, topuk kanı vermek istemeyen ailelere suçlu muamelesi yapılmak istenmektedir.

Hâkimler ise siyasi veya bürokratların emri, talimatı, genelgesi ile hareket etmezler, onlar hiçbir kurumun memuru değildirler, onların vazifesi Türk Milletini ve adaleti korumaktır. Adalet ise Mülk’ün (Devletin) temelidir, milletin adalete güvenini yıkanlar bu vatana en tehlikeli terörist den daha fazla zarar verirler.

Yani özet ile aşı-topuk kanı alımı gibi koruyucu hekimlik veya genel sağlık taraması kapsamındaki uygulamaları ret etmesi sebebi ile aileler hakkında “Zorla çocukluk aşısı vurulması- zorla topuk kanı alınması” yönünde tedbir kararı verilmesi hukuken mümkün değildir, bu kararlar yok hükmündedir, bir hukuk devletinde bu yapılamaz, bu tip uygulamalar tarihte en son Nazi Almanya’sında görülmüştür.

Hele bazı mahkemelerin topuk kanı ve çocukluk aşıları konusunda verdiği tedbir kararlarında yazan; “İtiraz sonucu beklenmeden tedbir kararının uygulanması…” kısmı akıllara ziyandır, çünkü karar üst mahkemeden bozulur ise, ne vurulan aşı şırınga ile geri çekilebilir, nede alınan topuk kanı geri iade edilebilir, bunlar telafisi olmayan zararlardır.

Ayrıca Aile ve Sağlık Bakanlıklarının ısrarına rağmen “Zorla topuk kanı alınması yönündeki” tedbir talebini reddeden çok sayıda hâkim de vardır, şablon gerekçeler ile hâkimlerin önüne gelen, bu tedbir kararlardaki farklılık dahi olayın vahametini ortaya koymaktadır. Bence zorla topuk kanı alınması yönünde tedbir kararı veren hâkimler; hukuk bilinci gelişmemiş, bu makamın sorumluluğunu idrak edememiş, “Estirilen rüzgârlardan” etkilenen hâkimlerdir. 

TOPUK KANI VERMEMEK SUÇ MU?

Bir memur müvekkilime; “Topuk kanı alınmasına izin vermeyerek suç işliyorsun, bunu biliyorsun değil mi…” demişti. Ben size neyin suç olduğunu söyleyeyim;
1-) Sağlık sektörü çalışanlarının aşı-topuk kanını reddeden aileleri sık sık arayıp rahatsız etmesi; ” TCK m. 123/1 “huzur ve sükûnunu bozmak suçunu oluşturur. Cezası; 3 aydan- 1 yıla kadar hapistir.

2-) Bu aramalarda tehdit var ise ve bu ses kaydı veya tanık ile ispatlanır ise; TCK m. 106 (Tehdit suçu) cezası 6 ay -2 yıl arası hapistir.

3-) Ailenin hastane de (Veya Sağlık Ocağında) güvenlikçiler (Veya polis) marifeti ile hapis tutulması TCK m.109 Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçunu oluşturur, cezası 1-5 yıl arası hapistir. Cebir, tehdit kullanılarak işlenir ise hapis cezası 2 yıldan başlar, silah ile veya birden fazla kişi tarafından işlenir ise ceza bir kat arttırılır.

4-) Kan ve DNA 6698 sayılı kanunun madde 6 ve devamı maddelere göre bir insanın en önemli kişisel verisidir. İzinsiz veya zorla alınması, izinsiz tıbbi deney ve bilimsel çalışmalarda kullanılması-işlenmesi, paylaşılması:
a-) TCK m. 86 (Kasten yaralama 1-3 yıl hapis)
b-) TCK. m. 90 (İnsan Üzerinde Deney 1-3 yıl hapis)
c-) TCK m. 135-139 (Kişisel Verilerin izinsiz alınması, yayılması, yayımlanması) kapsamında, 2-4 yıl arası hapis cezasını gerektirir. (Kan ve DNA; 6698 Sayılı KVKK m.6 vd. anlamında kişisel veridir.)

5-) Eğer bu suçlar kamu görevlisi tarafından işlenir ise, ceza yarı oranında arttırılır! Memura amiri tarafından verilen ve konusu suç teşkil eden emir (Yazılı alarak verilse dahi) yerine getirilemez, yerine getiren memur emri veren amir ile birlikte ceza alır. (TCK m.24)

6-) Memuriyet sırasında işlediği kasıtlı suç nedeniyle bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına mahkûm olan memurun görevine son verilir. (Devlet Memurları Kanunu; 657/5 ve devamı)

Ben şimdiye kadar (Ailelerin kapısına kolluk kuvvetleri ile dayanılıp, aile ağır sözler ile ikna edilemeye çalışılsa da) fiziksel şiddet uygulanarak (Cebren) topuk kanı alındığını duymadım, yukarıda da izah ettiğim gibi buna cesaret edilemez, böyle bir zorbalığın hukuki dayanağı ve geçmişte uygulaması yoktur. Tedbir kararını eline alan Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Hizmetler görevlisinin yapabileceği tek şey aileyi ikna etmek, edemez ise bir tutanak tutup geri dönmektir, onun işi burada biter.

Kolluk (Polis, jandarma, bekçi) ise zorla topuk kanı almak (Veya aşı yapmak gibi koruyucu hekimlik kapsamındaki şeyler için) cebir kullanamaz, kullanır ise yukarıda izah ettiğim suçları işlenmiş olur! Ne 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu (Ve Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar hakkındaki Yönetmelikte), ne de 6284 Sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanunda (Ve diğer kanunlarda) koruyucu hekimlik bağlamındaki bu tür tıbbi müdahalelerde kolluğun cebir kullanabileceğine (Sonra çocuğun aileye iade edileceğine) dair bir hüküm yoktur!

Yukarı da izah ettiğim gibi (Aile o kadar kötü ise) velayet anne babadan haklı sebepler çerçevesinde mahkeme kararı ile alınır. (Kolluk işte burada güç kullanabilir) tedbir kararı ile çocuk alınır, mahkeme kararı ile bebeğe bir vasi atanır, topuk kanı-aşı kararını da atanan o vasi verir. Yine yukarıda da izah ettiğim gibi kimsenin faydası ve zararına garanti vermediği, koruyucu hekimlik kapsamındaki çocukluk aşılarını ve topuk kanı alımına müsaade etmediği için aileden velayet de alınamaz, çünkü koruyucu hekimlikte bir zaruret söz konusu olmadığı gibi, koruyucu hekimliğin bir sınırı, ucu bucağı da yoktur.

Kolluğun zorla topuk kanı hakkındaki tedbir kararını uygulamak için, ailenin kapısına giden sağlık ve sosyal hizmetler memurlarına eşlik etmesinin tek hukuki gerekçesi; olay çıkmasını engellemektir, kolluk burada memurları korumak ile yükümlü olduğu gibi, ilgili memurların fiziksel ve psikolojik şiddetinde de aileyi korumakla yükümlüdür.
Benim anladığım kadarı ile yapılan bu mobbing’in amacı insanların algısı ile oynanarak (Ve suç işlediklerine inandırılarak) ailelerin kendi rızası ile çocuğunu teslim etmesidir… Aynı algı operasyonu Covit-19 aşıları ve sonrasında çocukluk aşıları içinde yapılmıştı!…

Ancak bir gün gerçekten ailelerden şiddet kullanarak (Cebren) zorla topuk kanı alınmaya kalkılır ise; Devlet halkına karşı savaş açmış olur, bunun da sonuçları olur!
Bu yüzden özellikle kolluk güçleri (polis, bekçi ve jandarma) bu tip rüzgâr estirilen dönemlerde çok dikkatli olmalıdır, Milletin gözünde devlet polistir, jandarmadır, bekçidir, bu dönemler gelip geçer, siyasiler, masa başında oturan amirler değişir, ama memur yine memurdur, her zaman halk ile muhataptır, millet bir kere Devlete güvenini kaybeder ise, savaş afet, kargaşa dönemlerinde memur arkasında vatandaşı göremez, düzen bozulur, hatta Devletin bekası tehlikeye düşer!

Ben bu Covit-19 ile başlayan bu sürecin, her hukuksuz baskı döneminde olduğu gibi sona ereceğini, bu zorbalıkları yapanların ve aracılık edenlerin yargılanacağını inanıyorum, çünkü bu dünya döngülerden ibarettir, hiçbir şey yerinde sabit kalmaz, ama her zaman bu hukuksuz baskıları yapanlar ve taraftarları yaptıklarının normal veya doğru olduğunu düşünmüşlerdir, arkalarındaki gücün sonsuza kadar var olacağını zan etmişlerdir, cüretleri-cesaretleri bu yüzdendir. 28 Şubat darbesini yapanlar da bu sürecin 1000 yıl süreceği söylüyorlardı, ne oldu! O yüzden rüzgâra göre değil, adalete, insafa, hakka uygun davranmak gerekir, çünkü herkes eninde sonunda hesap verecek, halka olmasa da Hakka…

SAĞLIK SİSTEMİNE NEDEN GÜVEN AZALDI?

Bu gün tıp sistemi içinde yer alan çoğu doktor topuk kanı alınmasını tavsiye etmektedir, ancak bir zamanlar (1952) bu sistem doktorları tereyağı ve zeytinyağının zararlı olduğunu söyleyip, margarin yenmesini tavsiye etmemiş miydi? İnsanlar bu yüzden zeytinyağı ve tereyağını küçümseyip damar tıkayan margarinlere yönelmemiş miydi? “Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman…” diye (ısmarlama) bir türkü bile yaptırılmıştı… Sonra gelsin kalp ameliyatları, stent takmalar vs. Bunun Cumhuriyet tarihinde bir sürü örnekleri var.

Benim dinlediğim ailelerin; “Topuk alımı sebebi ile bebeğin enfeksiyon kapması, acı duyması” gibi endişelerinin yanı sıra, alınan bu topuk kanlarının (Ve işlenmesi sonucu elde edilen verilerin) yabancı ilaç şirketleri veya yurt dışındaki sağlık kurumları ile paylaşılacağı endişeleri de var, aileler Sağlık Bakanlığının bu verileri koruyabileceğine inanmamaktadır.

Günümüzde en önemli değer veridir, yeni doğan kanları ve işlenmesi sonucu elde edilen verilerin ise ilaç şirketleri için hazine değerinde olduğu bilinmektedir. Günümüzde genetik bilimi çok gelişmiştir ve bir insanın kanı ile onun geçmişi ve potansiyeli ile ilgili çok şey öğrenilebilmekte, hatta o insanın Klon’u yapılabilmektedir, ayrıca akıllı ilaç üretiminde olduğu gibi, biyolojik silah yapımında da kan ve DNA bilgileri önemlidir. (EK:7)

Günümüzde bazı ilaç ve aşıların bir süre piyasada kullandırıldıktan sonra, zararları sebebi ile (Pardon denilerek) toplatıldığını görmekteyiz. Covit-19 döneminde de yıl çok ağır yan etkileri olan Hirdrosiklorokin, favipiravir veya Favikovir isimli ilaçları (1-2 yıl boyunca) günde 16 adet uyguladıktan sonra, “Faydası yokmuş, yeni ilaç kullanıyoruz…” vs. demediler mi? Sonra uğranılan zararlardan dolayı sorumluluğu kim üzerine aldı? Kimse! Ama normal bir zamanda 16 adet hap alıp acil servise gidin, zehirlenmenizi engellemek için midenizi yıkarlar, birde “Seni kim intihara sevk etti” diye sorguya çekerler. (Avrupa’nın bazı ülkelerinde de bu ilaçlar kullanıldı ancak bir iki ay içinde zararı görülerek uygulama terk edildi.)

Covit-19 döneminde PCR testinden pozitif çıktıktan sonra, tedaviye zorlanan, tedavi sonucunda durumu daha da ağırlaşan veya yürüyerek geldiği hastaneden cenazesi çıkan insanlar hakkında çok şikâyet dinledim, mağdur veya aileleri “ Bir dava açma imkânımız var mı…” şeklinde taleplerle bana gelirlerdi.

Hele biontech aşısı başlı başına bir faciadır, gönüllü olarak aşı olanlar bile (Sağlık Bakanlığına güvendikleri için) bu gün büyük öfke içindeler, ancak o zamanlar Covit-19 aşılarının vurulmasının zorunlu olduğu algısı oluşturulmuştu, insanlar aşılardan zarar görmeye başlayınca da “Kendi rızanız ile” aşı oldunuz denilip, işin içinden çıkılmıştı, daha sonra çocukluk aşıları için aynı şey yapıldı, şimdi de “Zararı yok, vücuda bir şey enjekte etmiyoruz ki…” denilerek topuk kanı için aynı şey yapılıyor!

Bu iş artık yalancı çoban hikâyesine döndü, Sağlık Bakanlığı (Ve Aile Bakanlığı) doğru bir şey yapsa da artık kimsenin inanası gelmiyor.

ZORUNLU TOPUK KANI UYGULAMASI İLE “ZORUNLU TEDAVİ VE ZORUNLU AŞININ” KAPISI MI AÇILMAK İSTENİYOR

Bence “Zorla topuk kanı alınması-zorunlu aşı” gibi uygulamalara, (Çocukluk aşıları ve topuk kanı alımına) rızası olan aileler dahi karşı çıkmalıdır, çünkü koruyucu hekimlik-genel sağlık taraması bahanesi ile sağlıklı bir bebekten zorla topuk kanı alabilen bir sistem, hasta çocuğa zorla tedaviyi haydi haydi uygulayabilir, bence (Zorunlu olduğu iddia edilen) topuk kanı uygulaması ile bu kapı aralanmak istenmektedir. Hatta yukarıda adı geçen Sağlık Bakanlığının 05.01.2024 tarihli talimatının ilk cümlesindeki “Hastalık şüphesi tespit edilen bebeğin sevk edildiği kliniğe götürmeyi ret eden ailelerin yasal mercilere bildirimi ile…” (EK:1) cümlesi ile bu uygulamaya kısmen kapı açılmıştır.

Sonra bir de bakmışsınız “Ben Sağlık Bakanlığının uygun gördüğü tedaviyi uygulamak istemiyorum, kendi özel doktorumun bana önerdiği tedaviyi uygulayacağım…” deme hakkınız elinizden alınmış, çocuğunuza zorla bir tedavi uygulamışlar, 15-20 yıl sonra; “Bilim ilerledi, bunun faydası yokmuş, zararı varmış…” deyip işin içinden sıyrılmışlar, bu arada yanlış tedaviden ölen ölmüş, kalan hasarlı kalmış… olmayan şeyler mi? Halk yeterli tepkiyi vermez ise zaman içinde bu tip uygulamaların (İlaç şirketlerinin faydasına) kanunlaşma tehlikesi de mevcuttur, çünkü günümüzde Ulus Devletler ile Global Şirketleri birbirinden ayıran çizgi incelmiştir.

Daha da ileri gideyim; bir süre sonra “Zorunlu organ bağışı, kan bağışı” gibi uygulamalar ile de karşılaşabiliriz veya sağlık sektörü (Sağlık Bakanlığı aracılığı ile) apandisit, bademcik gibi bazı organlarımızın alınmasının zorunlu olduğuna karar verebilir, geçmişte bunlar ikna yolu ile yapılmıştı, ancak Covit-19 sürecini başlatan güçlerce, sağlık ile ilgili hiçbir şeyi artık bize bırakmak istemiyor, o yüzden bu ihtimalleri abartılı bulmayın, bu gün Avrupa’nın bazı ülkelerinde çocuğunun cinsiyet değiştirme isteğine aile razı olmaz ise, bu devlet himayesinde yapılabiliyor, hatta çocuk bu gerekçe ile aileden alınabiliyor. (EK:6) Yani sizin çocuğunuzun ayağını yaralayıp, zorla kan alan (Ki kan da bir organdır) size her şeyi yapabilir! Bu yüzden sarı öküzü vermemek, baştan yanlış bir uygulamaya kapı açılmasına müsaade etmemek çok önemli!

TOPUK KANI-AŞI BASKISI İLE KARŞILAŞAN AİLELER NE YAPMALI?

Söz konusu 05.01.2024 tarihli, E-67414668-234.01.02-233296476 Sayılı, Prof. Dr. Sedat Kaygusuz imzalı bu talimatın Medya-Sosyal Medyadaki tepkiden sonra geri çekildiği söylentisi kulağıma geldi, inşallah bu doğrudur. Ancak ne yazık ki bu talimat yayımlanmadan önce de uygulama ve baskılar yukarıda izah ettiğim gibiydi, bu talimat sadece “Topuk kanı baskısı hukuksuz…” iddialarına bir cevap ve ilgili kurum çalışanlarına verilen (Güya) hukuki destekten ibaretti, kısa süre önce de bir danışanım sağlık ocağında topuk kanı vermeyi reddettiği için aynı baskı ile karşılaştı (EK:10) yani uygulamama hala devam ediyor, ben buradan ailelere yapılan bu baskıların daha derin ve yazılı olmayan sebepleri olduğunu anlıyorum.

Türkiye de son zamanlarda halkın yargıya güveninin çok sarsıldığını görüyorum, ancak bu her şeye rağmen adil karar veren hâkim ve savcılar olmadığı anlamına gelmiyor, o yüzden topuk kanı baskısı ile karşılaşan ve yerel mahkemelerce aleyhlerine tedbir kararı verilmiş aileler mutlaka bu kararlara itiraz etsinler, varsa istinaf-Temyiz süreçlerini tüketsinler, hatta Anayasa Mahkemesine gitmeyi de ihmal etmesinler, her hâkim zorla topuk kanı alınması yönünde tedbir kararı vermediği gibi, itirazlar sonucu bozulan çok sayıda karar da var.

Eğer bu süreçler sonunda yerel mahkeme kararı bozulmaz ise; 6 aylık süre geçtikten sonra (Aslında kopuk kanı 18 hafta içinde isteniyor) ilgili mahkemeye ve sağlık-aile bakanlıklarına bir yazı yollasınlar ve 6 aylık sürenin geçtiğini, topuk kanı alınmasının faydasız olduğunu (Bu konuda üst mahkeme kararı var), çocuğun ise sağlıklı olduğunu (Mümkün ise bir rapor ile destekleyerek) bu sebep ile verilen tedbir kararının konusuz kaldığını belirsinler. Bu 6 aylık süreç içinde birileri kapılarına dayanır ve onları aşı veya topuk kanı için zorlamaya kalkan olur ise; “Konu yargıda” deyip başlarından savsınlar, bu süreçte zor(Cebir) kullanmaya kalkan olur ise, orantılı bir şekilde, sınır aşmadan “meşru müdafaa” haklarını kullansınlar ve bu zorbalıkları yapanları savcılıklara şikâyet etsinler. 

Kurbağanın hikâyesini bilirsiniz; kurbağa kazan yavaş yavaş ısındığı için pişirildiğinin farkında değildir, ılık suda banyo yaptığını zan etmektedir, su kaynamaya başladığında ise artık kendisin kurtarmak için çok geç kalmıştır. Birileri Allahın bize verdiği hakları, yani insan olarak doğmak ile kazandığımız hakları elimizden almak istiyor, eğer uyanmaz ve haklarımızı korumaz isek akibetimiz bu kurbağadan beter olabilir.

Siyonist Global güçler tarafından sağlık sistemi üzerinden başlayarak yürütülmeye çalışılan bu şeytani “Yeni Dünya Düzenine” direnen, hak ve yaradılış olarak insan kalma çabası içinde olan, bu yüzden sıkıntılar çeken insanlarımız umutsuzluğa kapılmasınlar, deveden büyük fil, Global çeteden büyük Allah var ve Allah C.C. tuzak kuranların en hayırlısıdır.
  
(EK:1) https://twitter.com/ErkanTrukten/status/1746817477986635986
(EK:2) https://www.youtube.com/watch?v=TzV9Wag-zeA
(EK: 3) https://vitamingiller.com/besikden-mezara-saglik-yenidogan-tarama-testi-topuk-kani/
(EK: 3) https://ahmetrasimkucukusta.com/2024/02/12/misafir-yazar/deli-dumrulun-topugu-vehimle-hukum-verilir-mi/
(EK: 4) https://faz1-klinik.gazi.edu.tr/view/announcement/240009?type=1/500-kalitsal-metabolik-hastaliga-ayni-anda-tani-imkani
(EK: 5) https://www.haberturk.com/anayasa-mahkemesi-aile-rizasi-olmadan-topuk-kani-alinamaz-1782444
(EK: 5) https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4255
(EK: 6) https://tr.euronews.com/2023/03/28/almanya-cinsiyet-degisikliginde-proseduru-kolaylastiriyor
(EK: 6) https://sputniknews.com.tr/20210813/iskocyada-4-yasindaki-cocuklara-ebeveynlerin-rizasi-olmadan-cinsiyet-degistirme-izni-verilecek-1048014526.html
(EK: 7) https://thinktech.stm.com.tr/tr/yeni-nesil-kitle-imha-silahi-gen-duzenlemesi
(EK: 8) https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4077
(EK: 9) https://www.milliyet.com.tr/yerel-haberler/istanbul/cumhurbaskani-erdogan-anayasa-mahkemesi-kararina-uymuyorum-saygi-da-duymuyorum-11237210
(EK:10) https://twitter.com/hakikatbilgisi/status/1759659721294786894

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

1 Yorum

  1. Sn, C.Bülent beyfendi
    Bugüne kadar Topuk Kanı tehtidi hakkında okuduğum en detaylı ve en derli toplu makaleyi kaleme almışsınız. Elinize yüreğinize emeğinize sağlık. Maalesef halkımıza ve çevremize ne çocukluk aşılarındaki ne Kovid aşılarındaki tehlikeyi anlatabildik. Oysa basit birkaç soru insanımızın dikkatini anında bu tasarruflara (aşılara, ilaçlara) çevirebilir: “Türk halkı neden bu kadar çok hasta oluyor? Neden bir türlü ilaca doymuyor? Sorun İktidarlara havale ettiğimiz sağlık sistemimizde olabilir mi?! Sorun Bilime/Tıp Bilimine tapan ve beyaz önlüklüleri yücelten zihniyette olabilir mi?!
    Sağlık gibi stratejik bir kalemi şeytani bir yapılanma olan DSÖ örgütüne emanet edip bununla gurur duymak Devlet politikası olabilir mi?!
    Bakınız, insanlar pandemiden sonra hastalıktan (kalp krizi, karaciğer iltihabı vs.) kırılıyor ancak yetkili merciler “ne oluyor?” diye sormuyor!
    Şimdi de yine bir DSÖ dayatması olan Topuk Kanı tehdidi ile karşı karşıyayız!
    Uyarınız ve hassasiyetiniz için teşekkür ederim.
    Necdet Meşe

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?