ÖZGÜN İMGELER  OZANI : KEMAL İMER

ÖZGÜN İMGELER OZANI : KEMAL İMER

Kısa şiirlerin, az sözle çok şey anlatmanın  ustasıdır Kemal İMER. İyiliklerle, dörtlüklerle yazdığı şiirleri yorumlamaya kalksanız sayfalara  sığdıramazsınız. Öylesine anlam yüklü, öylesine duygu yüklüdür dizeleri. Çoğunlukla Yunus Emre’ye  benzetirim onu. Koskoca bir Tasavvuf  düşüncesini, anlayışını, felsefesini iki dizeye sığdıran Yunus Emre’ye. ” Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” diye özetleyen Yunus Emre’ye.

Halk şiirimizin nazım biçimlerini, nazım birimlerini çokça görürüz şiirlerinde. İkiliklerle, dörtlüklerle yazılmış  Sav- Koşuklar,  manilerle anlatır her konuyu. Doğayı, doğanın güzelliklerini, yaşama sevincini,  sevgiyi, sevmenin erdemini, ülke sorunlarını, kısaca herşeyi bulursunuz bu dizelerde. Ne varsa atar çıkının içine. Sonra kitap olarak çıkar ; Bir Çıkının İçinde”.

Öğretmendir. Büyük bir tutkuyla bağlıdır mesleğine. Taparcasına sever öğretmenliği. Bu sevgiyi, bu tutkuyu yansıttığı şiirleri, ona pek çok ödül kazandırmıştır. Birlikte çalışmaktan onur duyduğum bu imgeler ozanı, bizlere de çok şey öğretmiş,  değer katmıştır. ” Al Ellerimi Öğretmenim” diyen şiiriyle hem mesleğe övgüler düzmüş  hem de bilginin  paylaşılarak çoğalacağını  somut olarak göstermiştir.

Coşkuludur.  Konuşmaya başladığında sesi dalga dalga yükselir, çağlayan olur. Öylesine kaptırır ki kendini coştukça coşar, seller gibi taşar. Duygularını , coşkusunu evrene yayar.  Hele şiir  okumaya başladı mı artık o coşkunun önünde kimseler duramaz.

Her ortam ve koşuldan mutluluk payı çıkarır.  Pek çok insan için geceler karabasandır. Sevimsizdir,  korku saatleridir. Ama onun için mutluluk kaynağı, yaşama sevincidir. Bir şiirine verdiği ad, bu-nun somut yansımasıdır: ” Oh! İşte Geçe Yarısı” ne güzel tanımlar bu sevinci.

Biz en iyisi, sözü Kemal İmer’e  bırakalım. Kendisini, kendisi anlatsın bize.

  1. Sizi kendi ağzınızdan, kendi kaleminizden tanıyalım. Kendinizi anlatır mısınız? Nerede doğdunuz? Nerelerde okudunuz? Nasıl bir ailede ve ortamda büyüdünüz?

Bir şiirime, “Bir nisan sabahı/Ağladım doğuşuma” diye başlıyorum. Büyük yaşama direncimin doruğunda, ailenin dördüncü ve son çocuğu olarak, Edirne’nin Uzunköprü ilçesinde, 14 Nisan 1950’de doğuyorum…  Büyük ablamın evlenme çağına gelmesi, annemin de ilerleyen yaşı (?) nedeniyle  istenmeyen bir çocukmuşum… Boşuna dememişler “mahalle baskısı” diye. Beni düşürebilmek için, yaşamını tehlikeye atacak, çok büyük uğraşlar vermiş anacığım!.. Yaşama sıkı sıkı tutunmuşum.. başaramamışlar…

Annem, Gümülcineli görmüş geçirmiş bir ailenin kızıymış. Anlağı yüksek,  iletişimi güçlü, inancının gereklerini tam anlamıyla yerine getiren, yaşama bağlı, birçok konuda kendisine danışılan saygın bir kadındı…

​​​​“Babamı sevdiği denli

​​​​Yaşamı da severdi anam:

​​​​Ev işlerinden

​​​​Arta kalan zamanı

​​​​Ve aralarını

​​​​Beş vakit namazının,

​​​​Süslerdi,

​​​​Komşular arası

​​​​Geliş gidişlerle..

​​​​Sevinçlerle, gülüşlerle…”

Babam; 1912’de Filibe’de doğmuş; babasını hiç görememiş. Balkan Savaşı’nın çetin günleri… Annesiyle Kırcaali’ye, bir süre sonra da Gümülcine’ye göçmüşler. Babam, yedi yaşındayken annesini de yitirerek öksüz kalmış… Ekmeğini taştan çıkaran, çalışkan; insan sever, iyiliksever, yaşam sever bir insandı…  İlk kez tanıdığı insanlarla kısa sürede kaynaşır  -tam anlamıyla- aç görse doyurur, çıplak görse donatırdı… Ut çalardı.. şarkı söylerdi… Birlikte yemeyi içmeyi.. güldürmeyi, çevresindekileri mutlu etmeyi severdi…

​​​​“Bir dost bilişin vardı

​​​​Herkesi,

​​​​Kendinden yüce bilişin;

​​​​Bir eğilişin vardı

​​​​Çıkarsız.. onurlu

​​​​Ezilip büzülmeden

​​​​Ve bitimsiz verişin…

​​​​Yunus-baba

​​​​…..

​​​​Hiç uzanmadın

​​​​Hak etmediğine…

​​​​Acı çekmek pahasına

​​​​Acı vermemekti ilken.

​​​​Bir yudum yaşam için

​​​​Özveri baştan başa:

​​​​Uykun, emeğin,

​​​​Yüreğin

​​​​Neyin varsa…

Namus-baba.”

Değiş tokuşun (mübadele) olmadığı dönemlerde, Meriç’i aşarak Anayurt’a kaçmışlar. İmer Ailesi’nin dört çocuğu da Türkiye de doğmuş.

Evimiz, tek katlı, arka bahçeli, kerpiç bir evdi. İki odamız vardı. Bir de kışın kömür koyduğumuz, yazın da annemin sıva yaparak mutfağa dönüştürdüğü, camsız pencereli, küçük, loş bir bölüm vardı.

Kapımız sürgüsüzdü.. kapı ipini çeken girerdi evimize… Sabah gelmişse keyif kahvemizi içerdi.. yemek vaktiyse aşımıza katılırdı… Konuksuz geçen bir günümüzü, bir soframızı anımsamam… Altı kişilik mutlu bir aileydik…

Çocukluğumu, tam anlamıyla yaşadım, diyebilirim. Okul dışındaki zamanlarımızın büyük bölümünü oyunlarla geçirirdik. Komşu bahçelerin, komşu kapılarından geçe geçe mahallenin öbür ucuna çıkardık. Ağaçlara tırmanırdık.. saklambaç, kovalamaca, çelik çomak, pate (cilli, bilye, misket), tombiş.. oynardık. Telden arabalar.. gündü sapından atlar.. karpuzdan fenerler yapardık…Hava kararmadan da eve girmezdik…

Eğitim sürecine gelince… Uzunköprü Kadripaşa ilkokulu.. Uzunköprü Ortaokulu, Edirne Erkek İlköğretmen Okulu, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi. Bu arada, “Eğitim Enstitüsü Öğretmenliği” sınavını kazanmama karşın, “Kazansalar dahi, tercihen atanacaklardır.” politik maddesi  doğrultusunda, atanmadım. Sınavın göstermelik olduğu; atamaların, sınavdan çok önce yapıldığı, söylentisi dolaşıyordu ortalıkta…

  1. Yetiştiğiniz ortam, aldığınız eğitimler, yaşamınızı nasıl etkiledi? Bu etkilerin izlerini şimdilerde yine taşıyor musunuz? Etkisinde kaldığınız olayların olumlu ya da olumsuz yanları nelerdir?

Aile ve sokak ortamında; sevgiyi, birliğin gücünü, direnci, özgürlüğü; büyüklere,  inançlara ve başkalarının haklarına saygıyı; yanlışımızda utanmayı; üretmenin ve paylaşmanın erdemini öğrendim.

Eğitim sürecinin benim için en büyük katkısı;  yeteneklerimin, değerlerimin ortaya çıkması ve işlenip geliştirilmesi olmuştur. Özellikle “Öğretmen Okulu”nda, kendimi buldum, diyebilirim. Seçimi kazandık ve okulun “Onur Başkanı” olarak yönetimine katıldım. Okulun “Konferans Salonu” sürekli etkindi: Konferanslar.. dinletiler.. yarışmalar.. şölenler.. “Kardeş Okul” buluşmaları… Bu tür etkinliklerle; sorumlu,  katılımcı ve yapıcı olmayı öğrendim. Öz güvenim, öz saygım gelişti. Bilişsel, duyuşsal, devinsel yönden büyük gelişmeler yaşadım…

  1. Sizi yakından tanıyan biri olarak başarılı bir öğretmen olduğunuzu biliyoruz. Bilim ve sanatla iç içesiniz. Yaşamını değiştirdiğiniz, onlara dokunduğunuz çocukların olduğuna tanık oldum. Öğrencilerinize, sanat sever çocuklara nasıl dokundunuz? Onlarda neleri nasıl değiştirdiniz? Öğrenmek isteriz..

Sağ olun, sizin güzel bakışınız!..

Tanıtlı bilim; bulgularıyla yaşamımızı kolaylaştırarak, insanı daha iyi, daha nitelikli olanaklara kavuşturarak dış yapımızı, insanca yaşayabileceğimiz dış çevremizi oluşturur ve böylelikle bizi, çağdaş yapar. Sanat; İç evrenimizi bezeyerek, güzelleştirerek bizi gerçek insana yaklaştırır ve uygar yapar.

Öğretmenlik ve eğitimcilik kişiliğinizi oluşturduğunuzda; eğitimin genel ve özel amaçları, ilkeleri  doğrultusunda yürüdüğünüzde  birçok şey, kendiliğinden, çözülüyor. Alan yeterliliği, bolca sevgi, bolca emek… Eğitimin toplumsal ve bireysel yönlerini unutmadan… Ötekileştirmeden, ayırmadan, karşılık beklemeden, hesapsız…

Birçok olumlu dönüşler alıyorum, öğrencilerimden. Bilim adamı, iş adamı, emekçi, eğitimci, yazar, çizer, ozan, sanat yönetmeni… Pek çoğu -sağ olsunlar- kişiliklerinin oluşumunda, eğilimlerinde ya da başarılarında pay sahibi görmüşler beni… Temel güç onlar.. ben de görevimi yapmışımdır yalnızca… Belki biraz özverim de olmuştur… Bu da konusu “insan” olan işlerin, olmazsa olmazı…

  1. Öğretmenliğin dışında başka uğraşlarınızın da olduğunu biliyoruz. Şiirler yazıyorsunuz. Yazma isteği ve merakı ne zaman ve nasıl başladı? Okuyucularla paylaşır mısınız?

Gençlik yıllarımda yazdığım bir günlüğümde, “Niye yazıyorum?” diye sormuşum kendime ve şu yanıtı vermişim: “Yazmak, benim için bir gereksiniştir. Bitmek tükenmek bilmeyen duygu, düşünce ve imge akımlarının barajıyım ben… Bir kapı açmamı istiyorlar benden, dışarı çıkmak için. Açmazsam ya üstümden aşacaklar ya da beni yıkıp geçecekler… Bir kapı açmalıyım onlara.. yazmalıyım.”

İlk şiir denememi, ilkokul dördüncü sınıfta yaptığımı anımsıyorum. “Düşman geliyordu, eziyordu vatanı…” diye başlıyordu. Ergenlik döneminde “anı defteri” tutmaya başladım. Hem düz yazıda (nesir) hem de dize yazıda (nazım) yazma becerim, “Öğretmen Okulu”nda biçimlendi, değerlendi. Yazın (edebiyat) dersinde başarılıydım..  okuldaki yarışmalarda, yazdıklarımla ödüller alıyordum… Yüksek Okul döneminde, Türkçe Bölümü’nde eğitim  gördüğüm için, yazmanın, “dil altyapısı”nı da oluşturmuş oldum. Ozan Turgut ÇELİK’le sınıf arkadaşlığımızın da şiiri öncelememde payı oldu…

  1. Şiirlerinizde kendinize özgü bir teknik, bir biçem (uslup) yarattınız. Sözcüklerle dans ediyor, sözcük oyunları yapıyorsunuz. Şiirlerinizde özgün imgeler kullanıyorsunuz. Şiirlerinizi okurken insanları derin derin düşünmeye, yaşananları sorgulamaya yönlendiriyorsunuz. Bunun özel bir nedeni var mıdır?

Şiirimi öyle güzel değerlendirdiniz ki.. kıvandım doğrusu…

Çok iyi bilirsiniz ki.. “Ben bir biçem yaratacağım.” diye yola çıkmaz ozan. Kişiliğiyle; bilişsel, düşünsel, duyuşsal, imgesel   donanımıyla; yaşama bakışıyla; deneyimleriyle; yeğlediği değerlerle çıkar yola… Sonra bir bakarsınız; seçtiği konular, dize kurgusu, söyleyiş özelliği, sözcük seçimi; onu, diğer oza

  1. Sizi kendi ağzınızdan, kendi kaleminizden tanıyalım. Kendinizi anlatır mısınız? Nerede doğdunuz? Nerelerde okudunuz? Nasıl bir ailede ve ortamda büyüdünüz?

Bir şiirime, “Bir nisan sabahı/Ağladım doğuşuma” diye başlıyorum. Büyük yaşama direncimin doruğunda, ailenin dördüncü ve son çocuğu olarak, Edirne’nin Uzunköprü ilçesinde, 14 Nisan 1950’de doğuyorum…  Büyük ablamın evlenme çağına gelmesi, annemin de ilerleyen yaşı (?) nedeniyle  istenmeyen bir çocukmuşum… Boşuna dememişler “mahalle baskısı” diye. Beni düşürebilmek için, yaşamını tehlikeye atacak, çok büyük uğraşlar vermiş anacığım!.. Yaşama sıkı sıkı tutunmuşum.. başaramamışlar…

Annem, Gümülcineli görmüş geçirmiş bir ailenin kızıymış. Anlağı yüksek,  iletişimi güçlü, inancının gereklerini tam anlamıyla yerine getiren, yaşama bağlı, birçok konuda kendisine danışılan saygın bir kadındı…

​​​​“Babamı sevdiği denli

​​​​Yaşamı da severdi anam:

​​​​Ev işlerinden

​​​​Arta kalan zamanı

​​​​Ve aralarını

​​​​Beş vakit namazının,

​​​​Süslerdi,

​​​​Komşular arası

​​​​Geliş gidişlerle..

​​​​Sevinçlerle, gülüşlerle…”

Babam; 1912’de Filibe’de doğmuş; babasını hiç görememiş. Balkan Savaşı’nın çetin günleri… Annesiyle Kırcaali’ye, bir süre sonra da Gümülcine’ye göçmüşler. Babam, yedi yaşındayken annesini de yitirerek öksüz kalmış… Ekmeğini taştan çıkaran, çalışkan; insan sever, iyiliksever, yaşam sever bir insandı…  İlk kez tanıdığı insanlarla kısa sürede kaynaşır  -tam anlamıyla- aç görse doyurur, çıplak görse donatırdı… Ut çalardı.. şarkı söylerdi… Birlikte yemeyi içmeyi.. güldürmeyi, çevresindekileri mutlu etmeyi severdi…

​​​​“Bir dost bilişin vardı

​​​​Herkesi,

​​​​Kendinden yüce bilişin;

​​​​Bir eğilişin vardı

​​​​Çıkarsız.. onurlu

​​​​Ezilip büzülmeden

​​​​Ve bitimsiz verişin…

​​​​Yunus-baba

​​​​…..

​​​​Hiç uzanmadın

​​​​Hak etmediğine…

​​​​Acı çekmek pahasına

​​​​Acı vermemekti ilken.

​​​​Bir yudum yaşam için

​​​​Özveri baştan başa:

​​​​Uykun, emeğin,

​​​​Yüreğin

​​​​Neyin varsa…

Namus-baba.”

Değiş tokuşun (mübadele) olmadığı dönemlerde, Meriç’i aşarak Anayurt’a kaçmışlar. İmer Ailesi’nin dört çocuğu da Türkiye de doğmuş.

Evimiz, tek katlı, arka bahçeli, kerpiç bir evdi. İki odamız vardı. Bir de kışın kömür koyduğumuz, yazın da annemin sıva yaparak mutfağa dönüştürdüğü, camsız pencereli, küçük, loş bir bölüm vardı.

Kapımız sürgüsüzdü.. kapı ipini çeken girerdi evimize… Sabah gelmişse keyif kahvemizi içerdi.. yemek vaktiyse aşımıza katılırdı… Konuksuz geçen bir günümüzü, bir soframızı anımsamam… Altı kişilik mutlu bir aileydik…

Çocukluğumu, tam anlamıyla yaşadım, diyebilirim. Okul dışındaki zamanlarımızın büyük bölümünü oyunlarla geçirirdik. Komşu bahçelerin, komşu kapılarından geçe geçe mahallenin öbür ucuna çıkardık. Ağaçlara tırmanırdık.. saklambaç, kovalamaca, çelik çomak, pate (cilli, bilye, misket), tombiş.. oynardık. Telden arabalar.. gündü sapından atlar.. karpuzdan fenerler yapardık…Hava kararmadan da eve girmezdik…

Eğitim sürecine gelince… Uzunköprü Kadripaşa ilkokulu.. Uzunköprü Ortaokulu, Edirne Erkek İlköğretmen Okulu, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi. Bu arada, “Eğitim Enstitüsü Öğretmenliği” sınavını kazanmama karşın, “Kazansalar dahi, tercihen atanacaklardır.” politik maddesi  doğrultusunda, atanmadım. Sınavın göstermelik olduğu; atamaların, sınavdan çok önce yapıldığı, söylentisi dolaşıyordu ortalıkta…

  1. Yetiştiğiniz ortam, aldığınız eğitimler, yaşamınızı nasıl etkiledi? Bu etkilerin izlerini şimdilerde yine taşıyor musunuz? Etkisinde kaldığınız olayların olumlu ya da olumsuz yanları nelerdir?

Aile ve sokak ortamında; sevgiyi, birliğin gücünü, direnci, özgürlüğü; büyüklere,  inançlara ve başkalarının haklarına saygıyı; yanlışımızda utanmayı; üretmenin ve paylaşmanın erdemini öğrendim.

Eğitim sürecinin benim için en büyük katkısı;  yeteneklerimin, değerlerimin ortaya çıkması ve işlenip geliştirilmesi olmuştur. Özellikle “Öğretmen Okulu”nda, kendimi buldum, diyebilirim. Seçimi kazandık ve okulun “Onur Başkanı” olarak yönetimine katıldım. Okulun “Konferans Salonu” sürekli etkindi: Konferanslar.. dinletiler.. yarışmalar.. şölenler.. “Kardeş Okul” buluşmaları… Bu tür etkinliklerle; sorumlu,  katılımcı ve yapıcı olmayı öğrendim. Öz güvenim, öz saygım gelişti. Bilişsel, duyuşsal, devinsel yönden büyük gelişmeler yaşadım…

  1. Sizi yakından tanıyan biri olarak başarılı bir öğretmen olduğunuzu biliyoruz. Bilim ve sanatla iç içesiniz. Yaşamını değiştirdiğiniz, onlara dokunduğunuz çocukların olduğuna tanık oldum. Öğrencilerinize, sanat sever çocuklara nasıl dokundunuz? Onlarda neleri nasıl değiştirdiniz? Öğrenmek isteriz..

Sağ olun, sizin güzel bakışınız!..

Tanıtlı bilim; bulgularıyla yaşamımızı kolaylaştırarak, insanı daha iyi, daha nitelikli olanaklara kavuşturarak dış yapımızı, insanca yaşayabileceğimiz dış çevremizi oluşturur ve böylelikle bizi, çağdaş yapar. Sanat; İç evrenimizi bezeyerek, güzelleştirerek bizi gerçek insana yaklaştırır ve uygar yapar.

Öğretmenlik ve eğitimcilik kişiliğinizi oluşturduğunuzda; eğitimin genel ve özel amaçları, ilkeleri  doğrultusunda yürüdüğünüzde  birçok şey, kendiliğinden, çözülüyor. Alan yeterliliği, bolca sevgi, bolca emek… Eğitimin toplumsal ve bireysel yönlerini unutmadan… Ötekileştirmeden, ayırmadan, karşılık beklemeden, hesapsız…

Birçok olumlu dönüşler alıyorum, öğrencilerimden. Bilim adamı, iş adamı, emekçi, eğitimci, yazar, çizer, ozan, sanat yönetmeni… Pek çoğu -sağ olsunlar- kişiliklerinin oluşumunda, eğilimlerinde ya da başarılarında pay sahibi görmüşler beni… Temel güç onlar.. ben de görevimi yapmışımdır yalnızca… Belki biraz özverim de olmuştur… Bu da konusu “insan” olan işlerin, olmazsa olmazı…

  1. Öğretmenliğin dışında başka uğraşlarınızın da olduğunu biliyoruz. Şiirler yazıyorsunuz. Yazma isteği ve merakı ne zaman ve nasıl başladı? Okuyucularla paylaşır mısınız?

Gençlik yıllarımda yazdığım bir günlüğümde, “Niye yazıyorum?” diye sormuşum kendime ve şu yanıtı vermişim: “Yazmak, benim için bir gereksiniştir. Bitmek tükenmek bilmeyen duygu, düşünce ve imge akımlarının barajıyım ben… Bir kapı açmamı istiyorlar benden, dışarı çıkmak için. Açmazsam ya üstümden aşacaklar ya da beni yıkıp geçecekler… Bir kapı açmalıyım onlara.. yazmalıyım.”

İlk şiir denememi, ilkokul dördüncü sınıfta yaptığımı anımsıyorum. “Düşman geliyordu, eziyordu vatanı…” diye başlıyordu. Ergenlik döneminde “anı defteri” tutmaya başladım. Hem düz yazıda (nesir) hem de dize yazıda (nazım) yazma becerim, “Öğretmen Okulu”nda biçimlendi, değerlendi. Yazın (edebiyat) dersinde başarılıydım..  okuldaki yarışmalarda, yazdıklarımla ödüller alıyordum… Yüksek Okul döneminde, Türkçe Bölümü’nde eğitim  gördüğüm için, yazmanın, “dil altyapısı”nı da oluşturmuş oldum. Ozan Turgut ÇELİK’le sınıf arkadaşlığımızın da şiiri öncelememde payı oldu…

  1. Şiirlerinizde kendinize özgü bir teknik, bir biçem (uslup) yarattınız. Sözcüklerle dans ediyor, sözcük oyunları yapıyorsunuz. Şiirlerinizde özgün imgeler kullanıyorsunuz. Şiirlerinizi okurken insanları derin derin düşünmeye, yaşananları sorgulamaya yönlendiriyorsunuz. Bunun özel bir nedeni var mıdır?

Şiirimi öyle güzel değerlendirdiniz ki.. kıvandım doğrusu…

Çok iyi bilirsiniz ki.. “Ben bir biçem yaratacağım.” diye yola çıkmaz ozan. Kişiliğiyle; bilişsel, düşünsel, duyuşsal, imgesel   donanımıyla; yaşama bakışıyla; deneyimleriyle; yeğlediği değerlerle çıkar yola… Sonra bir bakarsınız; seçtiği konular, dize kurgusu, söyleyiş özelliği, sözcük seçimi; onu, diğer ozanlardan ayıran bir yapıya ulaşır. İşte biçem bu!.. Altında imzası yokken  ve hangi ozanın olduğunu bilmeden de “Bu şiir, şu ozanın olabilir…” dedirten, özgün bir yapının adıdır biçem…

Yine, çok iyi bilirsiniz ki ozan; bir şey öğretmek, anlatmak; bilgi, öğüt ve ders vermek amacıyla yazmaz. Çünkü bu amaç; şiiri, kimliğinden uzaklaştırır, dize yazıya (manzume) yaklaştırır. Şiiri şiir yapan birincil özellik; esin, duygu ve coşkudur (lirizmdir).

Eğitim amacıyla yazılan, “öğretici şiir (didaktik)” diye adlandırılan dizeler, aslında birer dize yazıdır (manzumedir).  Elbette şiirde; öğretici ögeler de yer alır. Ama bunlar, şiirin içinde göze çarpmamalı, şiirin içine sinmiş olmalıdır. Eğitimci kişiliğim nedeniyle, sizin de saptadığınız gibi, ben de eğitici ögelere yer verebiliyorum şiirlerimde…

  1. Çok bilinen, çok tanınan, çok sevilen bir öğretmen ozansınız. Az ve öz yazmayı yeğliyorsunuz. Şiirleriniz hangi dergilerde yayınlandı? Basılı Kitaplarınız var mı? Okuyucuların merakını gidermek için yanıtlarınızı bekliyoruz.

Tanınma beklentisiyle hiçbir çabada bulunmadım. Eğitim öğretim sürecimin otuz sekiz yılı, Bursa ve çevresinde geçti. Çok sayıda öğrencim, velilerim, öğretmen arkadaşlarım, eşim dostum oldu.

Öğrencilerimiz, velilerimiz ve öğretmen arkadaşlarımızla; okul salonlarında, Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda, Fethiye Kültür Merkezi’nde, Eğitim Araçları Salonunda, Makine Mühendisleri Odası Salonunda, Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda, Atatürk Stadyumu’nda; pek çok toplumsal, ekinsel, sanatsal gösteriler, törenler, yarışmalar düzenledik… Bütün bu etkinliklerin, tanınmamda payı olabilir…

Sevilmeye gelince… Bütün eğitsel, ekinsel, toplumsal çabalarımda,  ilişkilerimde; sevgiyi, ilgiyi ve emeği öncelikli sayar ve bolca tutarım… Belki bu tutumumun, geri dönüşümüdür, sevilmek…Bir şiirimin son dizesidir: “Sevilmek, sevince başlar.”

Şiir, çalakalem yazılacak   bir not değildir.  Esin (ilham) gelecek.. usunu uyandıracak.. yüreğinin közünü yalazlandıracak.. imgeleri çağıracak.. çağrışımları kuracak… Sözcükler seçeceksin.. dizeler kuracaksın.. biçime, bağlantılara, kurguya dikkat edeceksin…  Beğenmeyeceksin.. düzelteceksin.. ekleyeceksin, çıkartacaksın.. yırtıp atacaksın.. yeniden yazacaksın… O doğana değin uyku yok!.. İnce işçilik ister şiir…

Az öz yazmayı yeğleyişim bundan…

Abdülhak Hamit’in “Makber” şiirini, kırk günde; Yahya Kemal’in “Açık Deniz” şiirini, on dört yılda yazdığı bilinir…

Ödüle değer bulunan şiirlerimle az sayıda kimi şiirlerim, yerel dergilerde yayınlandı . Nahit Kayabaş, “BURSA ŞİİRLERİ” seçkisinde üç şiirime yer verdi. “YAZ TÜRKÜSÜ YÜREĞİMİN, BİR ÇIKININ İÇİNDE, OH İŞTE GECE YARISI, YOLUM VARMIYOR SANA, DİZELERİN ESENLİĞİ İÇİN”  adlarında, basılı beş şiir kitapçığım var. Basıma hazırladıklarım ya da üzerinde çalıştıklarım da var…

  1. Başarılı bir öğretmen, başarılı bir ozansınız. Bunu aldığınız ödüllere dayanarak söylüyorum. Ödül almış bir öğretmen ve bir ozansınız.

İnsan ilişkileriniz iyi olmasına karşın ortalıkta pek görünmüyorsunuz. Bunun nedeni nedir? Aldığınız ödülleri de anımsatarak yanıtlarsanız sevinirim.

Ödülün; eğitsel yönden de davranışbilimsel yönden de toplumsal yönden de elbette yararları var. Ödül avcısı değilim… Yarışmayı değil, birlikte çalışmayı ve üretmeyi yeğlerim. Ödüllerimin çoğunda; yakın çevremin ve sizin gibi pek çok değerli arkadaşımın payı var…

Okul müdürlüklerince, yerel yönetimlerce, genel müdürlük ve bakanlıkça verilmiş ödüllerim var. Benim için en değerli ödül; eğitimde verdiğim emeğin, öğrencilerimde yansıması ve şiirlerimle ilgili olumlu dönüşler…

Bu bağlamda, 1082 yılında birinciliğe değer bulunan ve dört kez bestelenen bir şiirimi paylaşmak isterim okuyucuyla:

AL ELLERİMİ ÖĞRETMENİM

Al ellerimi öğretmenim;

Etten kemiklikten

Çıksınlar istiyorum;

İyiye, güzele sarılsınlar,

Kötüye uzananda

Kırılsınlar istiyorum!..

 

Sarmak bir yarayı,

Sıkmak bir eli dostça,

Bir çivi çakmak,

Bir düğüm atmak ya da

Cansuyu vermek bir fidana…

 

Umut kuyularını

Kazsınlar istiyorum;

İnsanlık şiirini,

Ulusumun yazgısını

Yazsınlar istiyorum…

 

Kıraç topraklarda

Gül dersinler,

Bir alınca

Bin versinler…

 

Yarılsın, çatlasın,

Nasırlaşsınlar istiyorum;

Al ellerimi öğretmenim,

İşe yarasınlar istiyorum!..

Aslında; girişimci, katılımcı, yapıcı, kurgulayıcı, düzenleyici  özelliğim öne çıkar. Çocukluğumda oyunların odağında hep ben vardım. Arkadaşları toplar, yönlendirirdim… Bu arada, tek başına yaptığım ve zevk aldığım şeyler de olurdu. Kitaplarımı koyduğum karton kutuyu, divanın altından çeker, kitapları, saatlerce karıştırmaktan büyük büyük mutluluk duyardım. Çevreyi dolaşır, gözlemlerde bulunurdum. Bilimsel deneyleri severdim. Oyuncaklar yapardım.  Resimler çizerdim. Şiirler yazardım. Babamın iş yerine yemek götürürken yüksek sesle türküler söylerdim. Karşı bayırda oturup söyleşen kadınlara, istekleri üzerine, Dede Korkut öykülerini okurdum. Yaşlıların alışverişlerini yapar, sokak çeşmesinden evlerine su taşırdım.

Uzunköprü Belediye Orkestrası’nın ve arkadaşlarla kurduğumuz bir hafif müzik topluluğun solistiydim. Sonraki yıllarda da okullarımın orkestralarının solistliğini yaptım. Bursa Büyükşehir Belediyesi konservatuvarında hem Türk Sanat Müziği eğitimi gördüm.. hem de konservatuvarın korosunda yer aldım. Müzeyyen Senar, İnci Çayırlı, Erdinç Çelikkol gibi bir çok sanatçıya koristlik yapma onurunu yaşadım. Önemli günlerde alanlarda ve salonlarda pek çok sunuculuk yaptım.. konuştum.. şiirler yorumladım. Öğrencilerimle ve öğretmen arkadaşlarımla bir yığın etkinlik gerçekleştirdik… Pek çok özel toplantı, şölen ve eğlenceye katıldım…

“Ortalıkta görünmemek” benim de pek anlamlandıramadığım bir şey.. bu denli ortalıktayken… Pek çözemedim; ama yorulduğumdan olabilir.. yakın çevremle ilişkilerimin yoğunluğundan olabilir.. bireysel eğilimlerimle toplumsal katılımlarım arasındaki  gelgitlerden olabilir.. zamanı pek iyi kullanamadığımdan olabilir… Bu konu, dikkat çektiğine göre, demek ki  “ortada  görünmeyi” pek yeğlemiyorum ya da beceremiyorum…

  1. Çoğunlukla serbest nazım tarzını yeğliyorsunuz. Bunun dışında çok ilgi çeken dörtlüklerle oluşturduğunuz sav-koşuklarınız var. Her konuda yazılmış şiirleriniz var. Sizi daha yakından tanıyabilmek için, ürünlerinizin türlerini ve kitaplarınızın adlarını okurla paylaşırsanız sevinirim.

“Şu biçimde şiir yazayım”, diye bir kararım hiç olmadı. Şiirim, kendi giysilerini, kendisi seçti. “Söz Şiirin” adlı şiirimde; şiir, şöyle diyor:

​​​“IV. GİYSİ

​​​Nasıl istersem öyle.

​​​Ozan terzimin

​​​Altın iğnesinden,

​​​İbrişimle…​

​​​Belki yalnızca tül..

​​​Çırılçıplak gezemem…”

Elbette, ham kumaşı biçen, düzenleyen, şiirin bedenine oturtan; “prova”sını yapan; sorunlarını gideren, ozandır. Giysiler, çoğunlukla şiire özeldir.. “Haute Couturee (hotkutür)”dür. Çoğunlukla özgürdür. Kimi zaman -her sanatta olduğu gibi- evrensel ögeler de taşır.. ulusal, yerel ögelerde…

Özgür biçimli şiirler yanında; halk şiirimizin koşma, türkü, semai, mani biçimlerinde de şiirlerim oldu. Manilerimizden yola çıkarak “SAV-KOŞUK” adını verdiğim, çok sayıda şiirler yazdım ve bunları, “BİR ÇIKININ İÇİNDE” adında bir kitapta topladım.

İlkem; “Şiir gibi yaşamak ya da yaşamın şiirini yazmak.” olduğu için, dediğiniz gibi, her konuda şiir yazdım.

Şu anda basılı beş şiir kitapçığım var. Daha sonra, ilk üç şiir kitapçığımı bir kitapta, sonraki iki kitapçığımı da bir kitapta topladım. Böylece beş şiir kitapçığım, iki kitapta bir araya geldi:

YAZ TÜRKÜSÜ YÜREĞİMİN -1984

BİR ÇIKININ İÇİNDE (SAV-KOŞUKLAR) – 1991

OH İŞTE GECE YARISI – 1998

YOLUM VARMIYOR SANA – 2008

DİZELERİN ESENLİĞİ İÇİN – 2008

YONCA (İLK ÜÇ KİTAPÇIK) – 2008

  1. Öğretmenlik ve ozanlık dışında Yazın ve Sanat yaşamına yeni yüzler, yeni kişiler kazandırdınız. Kişiliklerdeki yetenekleri ortaya çıkarıyorsunuz. Bu konuda ilgi çeken kimseler oldu mu? Yanıtlarınızın ilgi çekeceğini umuyorum.

Kendimi, alanın yetkin kişisi sayarak, elinden tutup yetiştirdiğim, yazın ve sanat dünyasına kattığım bir yetenek yok elbette. Eğitim sürecinde, bu yöndeki ilişkiler ve etkinliklerle, kimi öğrencilerimin ve arkadaşlarımın; alana ilgi duymalarını sağladığımı ya da yeteneklerinin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde, doğrudan ya da dolaylı katkılarım olduğunu, bana dönüşlerinden anlıyorum. Bu arada, yakın ya da uzak çevrelerden, şiirlerine ya da yazılarına katkım olduğunu belirten ozan ve yazarlar da var…Sizin deyişinizle “ilgi çeken” birkaç değerden söz etmek isterim.

Özkan İRMAN; çizer (karikatürist), yazar, ozan, sanat yönetmeni, önemli bir iş adamı… Çok üretken bir yazar. Yirmi altı kitabı var. Biri şiir kitabı… Kitaplarının sayısı mutlaka artmıştır… “MEZECİ ÇIRAĞI” adlı kitabını filmleştirmiştir. Kitaplarının kapak resimlerini de kendisi çizmiştir. Tophane Endüstri Meslek Lisesi’nde “Edebiyat” derslerine girmişim. Bir yazısına göre söylüyorum; eğitim yaşamının sürmesinde, bugünlere ulaşmasında bir “karikatür”iyle ilgili sorununu çözme konusunda yardımım nedeniyle, başarısında payım olduğu inceliğini göstererek beni onurlandırmıştır. Bir dizi konferansına da beni konuk etmiştir…Kendisini, “İnsan avcısı” olarak niteler…Şiir gibi yaşar ve şiiri de yaşamından hiç eksik etmez…Kimi aile toplantılarında, uzun soluklu söyleşilerimiz ve şiirleşmelerimiz olmuştur…

Hikmet ÖCAL; İngilizce öğretmeni, yazar. Bir gazetede köşe yazıları yazıyor. Hikmet; sevecen, içten, güzelliğin ardından koşan, iletişimi güçlü, değerbilir  bir kişilik. Bir yazısında, beni konu etme inceliğinde bulunmuş. Sevgi ve övgü dolu tümceler kullanmış. Hikmet de başarısında pay sahibi olduğumu vurgular her fırsatta…

Adem GERÇEK; gördüğüm, görebileceğim en özverili, çılgın sanat tutkunu. Tophane’de, birlikte uzun yıllar görev yaptığımız, öğretmen arkadaşım, Bursa “gezek”lerinin aranan en seçkin üyesi, ut sanatçısı   Hayrettin GERÇEK’in kardeşi. Ağabeyinin aracılığıyla tanıdım onu. Çok büyük saygı duyduğum; sanal mı, gerçek mi diye kuşkuya düştüğüm bir kişilik… Kitap, dergi, gazete tutkunu; çağdaş meddah, orta oyuncu, amatör çocuk tiyatrosu oyuncusu ve yönetmeni; müzisyen, sanat gezgini; ozan, yazar, araştırmacı; mutluluk avcısı…Hiçbir nitelik, onu anlatmaya yeterli değil…Bırakın kitabı, gazeteyi bile atamaz… Sırt çantası, sürekli; kitap, dergi, gazete kesikleri ve karalama yaptığı kâğıtlarla doludur. Evine sığmayan kitapları için, parasal gücünü zorlayarak bir daire kiralamıştır. Düğünlerde klavye çalar…Bir omuzunda sırt çantası, bir omuzunda akordeonu, boynuna asılı mızıkası, elinde piyango biletleri, başında şapkası; derviş gibi; insana, sanata, ekine (kültür) doğru yürür durur…Hem insanları eğlendirir, hem de günlük harçlığını çıkarır…Sanatçılara, yok canından, destek olur.. müzeleri, sergileri, yitirdiğimiz şairlerin evlerini ziyaret eder…Yaşayan yazar ve şairlerin pek çoğuyla iletişim kurar.. onlara sürprizler yapar…2004 ylında yitirdiğimiz, Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Müşerref Hekimoğlu, Adem GERÇEK hakkında uzunca bir yazı yazmıştır. Bu sıradışı adamla birçok röportaj yapılmıştır. Benimle şiirle ilgili söyleşmeyi çok sever. Şiir söz konusu olunca, gök mavisi gözlerinin ışıltısı çoğalırdı…Tam anlamıyla, gözlerinin içi gülerdi…Neredeyse mutluluk esriği (sarhoşu) olurdu. Şiire böylesine, tüm benliğiyle kendisini kaptıran hiçbir kişiyle karşılaşmadım. Çok geç saatlere değin şiiri konuştuğumuz geceler olmuştur.. ben yorulmuş, tükenmişimdir.. onda hiçbir bıkkınlık belirtisi göremezsiniz…Her telefon görüşmemizde, yazdığı bir şiirini okur.. eleştirilerimi ve önerilerimi isterdi. Şiirini, bu doğrultuda düzeltir.. geliştirirdi. Benden de bir şiir dinlemeden telefonu kapatmazdı… Bir röportajında, “En sevdiğiniz üç ozan ve yazarı söyler misiniz?” sorusuna verdiği yanıt: Nazım HİKMET, Oktay AKBAL ve Kemal İMER (Bu röportajı, Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı.).

Yaşettin AÇAR; “Kelamoğlu” takma adlı (mahlaslı) Erzurumlu halk ozanı. Tophane Endüstri Meslek Lisesi’nde destek biriminde görev yapıyordu. Şiir, yakınlaşma nedenimiz oldu. Erzurumlu bir atasından (pirinden) el almış… Bağlaması eşliğinde, doğaçlama olarak çoğunlukla “koşma” ve “semaî” biçiminde şiirler söylüyor. Yaşayışıyla, düşünüşüyle, duyuşuyla, söyleyiş tadıyla tam bir halk ozanı. Şiirlerini bana getirir, değerlendirmemi isterdi. Birlikte sözcük sözcük incelerdik dizelerini… Halk şiirinin biçimsel özellikleri konusunda bilgilendirirdim kendisini. Sözcük seçimi konusunda, önerilerde bulunurdum. Doğaçlamadan kaynaklanan yanlışlar konusunda dikkatini çekerdim. Sağlamaya çalıştığım küçük katkılar nedeniyle çok mutlu olur, beni özel bir yere koyardı… Adıma yazdığı dört beş övgü şiiri var. Çoğunu birlikte gözden geçirdiğimiz, şiirlerini “GÖNÜLDEN SAZA SAZDAN SÖZE” adında bir kitapta topladı.

Orhan Hayrettin ERENLER; Ozan, öykü ve anı yazarı; Elektrik Mühendisi. Bir şiir kitabı var. Öykü ve anıları kimi dergilerde yayımlanıyor. İlk öğrencilerimden. Benim için, “ilk öğretmenim” der.. kişiliğine ve  yazma yeteneğinin gelişmesine katkım olduğunu dile getirir.

Rıdvan BİRÇİÇEK; Tophane Anadolu Teknik Lisesi’nden öğrencim. Şu anda Amerika’da yaşıyor. Birikimli, bilinçli, olaylara karşı duyarlı bir yazar. İçten, özgün, güçlü bir anlatımı var. Gerçekleri aktarırken gülmecesel ögeleri kullanıyor ve tatlı tatlı dokunduruyor…Şiirlerim ve kişiliğimle ilgili, oylumlu, çok güzel bir yazı yazdı. Rıdvan da yeri geldikçe başarısına katkım olduğunu vurgular…

Hüseyin ÜNEŞİ; Kurtalan’ın Ovacık köyünde doğan, eğitimci bir ozan. Kendisiyle yüz yüze tanışma fırsatım olmadı. Sanırım, bir yarışmada birinciliğe değer bulunan “ÖĞRETMENE ÖVGÜ” şiirim geçmiş eline… Çok beğenmiş. Bulunağımı (adresimi) öğrenmiş.. benimle mektupla bağlantı kurdu. Şiirlerini gönderdi.. onları değerlendirmemi istedi. Ben de olabildiğince eleştiriler yaptım; önerilerde bulundum. .Bir süre yazıştık. Sonra, kendi deyimiyle beni “Şiir Öğretmenim” adıyla onurlandırdı. İlk şiir kitabı: “KALEMİN DÖKÜKLERİ”.  Bir de “YAŞAMIN İZLERİ ÜSTÜNE” adında bir çalışması olduğunu biliyorum…Şiirleri ve yazıları, kimi dergilerde yayımlanıyıor.

  1. Etkileyici bir konuşmanız var. Güzel şiir okursunuz, güzel konuşursunuz. Bu özelliklerinizin dışında çağdaş, aydınlık düşünceli birisiniz. Bir öğretmen, bir ozan ve sorumlu bir aydın olarak okurlara ne söylemek istersiniz? Son sözünüz ne olabilir?

Güzel sözleriniz ve övgüleriniz için sağ olun!.. Son sözü de dört sav koşuğum söylesin:

İNSANLIK BAHÇESİ

Ne kin.. ne kan.. ne kibir;

Herkes kardeş herkes bir;

İnsanlık bahçesi bu,

Kapıyı çalmadan gir…

BENZETMEDE YANLIŞ

Ne tilki.. ne aslansın;

Ne kurtsun.. ne yılansın;

Kendini iyi tanı,

Seçkin varlık insansın…

İNSANCA ÖZ

Yürekte közün olsun,

Bal şeker sözün olsun;

Sev, bölüş, hoş gör, eğil;

İnsanca özün olsun…

ÖNCE

Ali’yi, Veli’yi gör,

Us’luyu, deliyi gör;

Hep olumsuzu değil

Biraz da iyiyi gör.

Arkayı gör, önü gör;

Bunu, şunu, onu gör;

Koşumlu at değilsin,

Baş çevir, dört yönü gör.

Hanya’yı, Konya’yı gör;

Çin’i, İspanya’yı gör;

Önce şu içindeki

İnsanca dünyayı gör…

Benim için çok değerli bir görüşme oldu. Sorular; o denli özenli, o denli ayrıntılı, o denli tanıtıcı, o denli güzel hazırlanmış ki “sorular bütünü” bir röportaj olmuş… Emeğiniz ve özeniniz için kutlarım sizi!.. Beni incelemeye, tanıtmaya değer bulduğunuz için sağ olun!

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?